28.4.14

Benimle konuşmaya devam et.


   Kendi kendini ve diğerlerini anlamayla yüzleşmek; varlığını fark etmenin şüphelenilmeyen görünümü, sıklıkla keşfedilir. Hakkında çok az bildiğimiz bir sorunla ya da daha önce hiç tanışmadığımız bir insana yaklaştığımızda, bir panik duygusu hissederiz ya da sevinç. Hiçbir zaman tamamıyla net olmayan ince bir farklılık. Onu çözmeyi başarabilecek miyiz? Kendimize sorarız ve cevap her zaman olumlu değildir.
Birçok zaman "yabancıya" şüpheyle bakarız, şüphe henüz sistemleştirilmemiş farklılıkta her zaman var olur. Bu "yabancı" bizi nereye götürecek? Kesinlikle yeni şeylere doğru ve bunlar ne gibi olacaklar? İyi ya da kötü olabilirler, ama onlar bizim dengemizi, nahoş bir uyanma ve sonrasında sıklıkla yarattığımız uykumuzu (ve düşlerimizi) altüst ederler.
Bundan, tamamıyla daha gerekli olan kendimizi ortaya çıkarmamamız. Kişisel dünyamız, bizim kendi dünyamız, tehlikeye atıldığından beri bilinmeyene riski göz aldığımızda, onu ölümüne savunmaya hevesliyiz; riskin sınırları duygusuzlaşıyor ve açıklayıcı bir şema öneriyor. "Yabancı", insan ya da problem olsun, bu yüzden kendi şemalarımızın dünyasında kataloglu; yapıda var olan biçimi seyreltiyoruz, onu zorla bastırıyoruz, ötekinin bizim ihtiyaçlarımıza boyun eğmesini bekliyoruz. Böylece, "onu" ayinsel davranışta öldürdükten sonra, biz, katiller olarak kendi kapasitemizin limitleri içinde yapabilir oluyoruz, onu kendi amaçlarımıza uyumlulaştırarak, kapsayıcı arzularımızı, düşlerimizi ve uykumuzu bile beslemeye devam edip, yeniden üretiyoruz.
   Ve kesinlikle en kötüsü olmayan bu yolla, bazılarımız, kendimizi, düzenlemenin kozalağına sarmalıyor, yargılıyor ya da onun farkında bile olmadan yargıyı erteliyor. Ama gündelik pratikte, bu erteleme, onu şiddetle yapmaya ihtiyaç duymadan kendi kendine bizim görüş sahamızda her zaman diğerine güvenle ifade ediliyor. Bu durumlarda, olmadığında var olmadığı gibi ortaya çıkabilecek olan ahengi bulmaya genel gülünç bulma duygusu yardım ediyor.
Lütfen, düzen için senin hakaretinin bağırışı olmasın; bana senin hayat dolu bir yaşama şeklini, dans eden niteliksel mantığını göstermen yeterli, düzenin ve hareketsizliğin mecburiyet âdetini değil. Yani, bana bunu mantıkla, dikkatli bağlantılarla göster. Lütfen, bana deli olduğunu söyle, tıpkı benim gibi, ama bunu açıklıkla söyle. Lütfen, bana karanlığın tüyler ürpertici berbatlığından bahset, ama gün ışığında söyle bana bunu, böylece görebilirim; benim eğitilmiş olduğum katı dilde temsil edilmiş olarak, burada ve şimdi.
   Yıkıma dair nağmelerinle cesaretlendir beni -onlar benim kalbimin ihtiyaçları olan tatlı ninniler- ama onlardan derli toplu bir biçimde bahset, böylece ben onları anlayabilirim ve yıkımın ne olduğunu anlattıklarından dolayı teşekkür edebilirim. Yani, kelimelerin bana iyice, derli toplu bir biçimde ulaşmasını istiyorum. Eyvah, eğer bağırmaya başlarsan, daha fazla dinlemeyeceğim. Yıkmak iyi, fakat mantığın tesir ettiği bir sırayla. Yoksa her şeyin anlaşılamaza karardığı tekrar edilemez kaosun içine gireriz. Evet, varsayalım, bir festival gününde bir Cezayirli pazarındaki kafa karıştırıcı bağırışlar sayesinde bile bir şeyler bana ulaşabilirdi, ama ben bu hayata, bu sağı solu belli olmayan ve uçup giden dansa, "yabancının" bu umulmadık görünüşüne alışık değilim. Bu yaşam biçimi anahtarını, tamamıyla yakınlıktan oluşmuş bu dili, benden önce koyman gerekli. Konuş bana, yalvarıyorum sana, böylece; kelime, benim ve dünya arasında zaten var olan göbek bağına dönüşüyor, böylece, hiçbir şey birden kaosun karanlık boyutunun içine atılmış olarak kendini göstermiyor.
Bana aşktan bahset, senin aşkından, benim için, mümkün olan her türlü aşktan, en uzak ve anlaması zor olan dâhil, iç sıkıntısıyla süren aşkın şiddetinden, şiddet ve ölümden, ama onu aklın gözleriyle görebilmeme izin vererek, aşkın hapsedilmesinden bahset, çamurlu ve bozulabilir kelimeler dünyasında tutsak edildiğinden. Ondan dikkatlice bahset bana, sana yalvarıyorum, böylece kalbim onun yankılarını taşıyabilir. Sonra, ondan bir yaşam biçimi yapacağım ve gerçekten, bana ondan bahsettiğinden beri, aşk bana yakın olacak ve kendimle beraber onu her yere taşıyacağım, birinin; cebinde birisinin bıçağını taşıması gibi, güvenlik sağlayan ağır bir eşya gibi. Şu diğer ihtimale olduğu gibi, birden gözlerimin önünde kendini gösteren o kadın; şu "yabancı" gibi, gecenin karanlığındaki bir hırsız gibi, burada artık beni çağırmıyor, gece hâlâ benimle konuşabilecek görkemli feryadını terk ediyor.
Bana gelecek toplumdan bahset, anarşiden, senin ve benim inandığımızdan, bana onun belirsizlik koşullarını tarif et, öngörülemez insan ilişkilerinin tüm kısıtlamalardan tamamen kurtarıldığından; senin dinginliğinle, inandırıcı kelimelerle, ipini koparıp kaçan; duyguların kışkırtıcılığını anlat bana, bir günden ertesi güne kaybolmayan yıkım için nefret ve arzudan, sonunda geçmişin tüm kâbuslarından farklı olan, toplumun damarlarında akan ve yayılmasını durdurmayan korku ve kandan bahset. Söyle bana, sana yalvarıyorum, ama beni ürkütmeyen bir yolla yap, ondan derli toplu bir şekilde bahset bana, ne yapacağımızı konuş benimle, sen ve ben ve diğerleri ve yoldaşlar ve hiç yoldaş olmadıklarımız, ama bir andan diğerine anlayanlar, hep beraber, kurarak, şimdi biraz, biraz burada, azar azar, her şey hayattayken, yani gerçek hayat, yine güzelleşmeye başlıyor. Fakat bana onu anlaşılabilir mantıkla anlat. Senin içinde haykıranı benim kulağıma haykırma, korkutuyor beni. Onu kendine sakla. İhtiyaçlarını ve fikirlerini -benim fikirlerimle birlikte- düzenleme zorluğunu kendin sürdür. Benim arzularımın her türlü kabulünden seni uzağa yönlendiren boyun eğmez kuvveti kendine sakla, yine de senin kendi bastırılamaz oluşun, aynı benim gibi, tüm düzenlemeye muhalif. Bana tüm bunları söylemeyerek, beni korkutmayı durdurabilirsin.
   Yalvarıyorum sana, bana daha fazla endişe edilecek bir şeyler verme.



(Alfredo Bonanno)