tag:blogger.com,1999:blog-29446350613926989902024-03-21T22:19:19.711-07:00Sapere Aude!Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.comBlogger27125tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-29498582026759597932014-11-30T13:21:00.001-08:002014-11-30T13:21:19.626-08:00"Yüzyılı Anlamak"<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrsrFqcjFozJQ9tUO1DIX8ygnydO32_UJMhgbMaB6i3MrsD4vNf_5hPumr6Sc5SlnJJRTN-ZMfd06Fd39_8lykubfJkoedIrMqWHEcY-ED12Ulp6xhu-NKCSvIGlhAoOExghYGab6lTQQ/s1600/091213150513.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrsrFqcjFozJQ9tUO1DIX8ygnydO32_UJMhgbMaB6i3MrsD4vNf_5hPumr6Sc5SlnJJRTN-ZMfd06Fd39_8lykubfJkoedIrMqWHEcY-ED12Ulp6xhu-NKCSvIGlhAoOExghYGab6lTQQ/s1600/091213150513.jpg" height="400" width="263" /></a></div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> </b></span><div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Tarih şüphesiz kolay geçiştirilebilecek bir olgu değildir. Bir çok değişkenin bir araya geldiği, farklı bakış açıları ile farklı anlamlar kazanabilecek çok geniş nitelikli bir olgudur. Dan Diner bu kitabının odağında, özellikle 20. yüzyılın ilk yarısının olayları var. 20. yüzyılın siyasi tarihini baştan aşağı tarıyor. Bununla da yetinmeyip 20. Yüzyılda meydana gelen bu olayları oluşturan süreçleri de ele almayı ihmal etmiyor. 1. Dünya savaşının ortaya çıkardığı yıkımları, nasyonal sosyalizmin yarattığı dehşeti, Ekim Devrimi ile yıllardan beri mücadelesi verilen bir ideolojini vücut bulmasını, Soğuk Savaş dönemini ve bu önemli olayların ön hazırlığını yapan olayları da ele almayı ihmal etmiyor. Adeta filmi geriye sarıp ve en tehlikeli sahneleri ağır çekimde oynatır gibi tarihi ele alıyor. Ve tarihi ele alırken her tarihçinin yapması gereken tarafsız bakışı profesyonelce koruyor.<br /> Bir çağa damgasını vuracağı hissedilen olayların ağırlığı, bilinçleri bir anda tarihi sıfatı kazanan zamanı dönemlendirerek ölçmeye zorladı. Düalizm değişik kalıplar içerisinde yüzyıl boyunca sürdürdü varlığını: Özgürlük ve Eşitlik, Bolşevizm ve Antibolşevizm, Kapitalizm ve Komünizm, Doğu ve Batı. Tarih ucu açık bir süreçtir. </b></span></div>
<div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Sürecin geleceğe doğru açık oluşu çoktan geçmişte kalmış hadiselere dahi etki eder; aradan geçen zamanın ardından tekrar dönüp bakıldığında bu hadiseler de değişirler. Anlaşılan odur ki tarihsel coğrafyaların geri dönüşü hafızalarda tarihsel zamanların geri dönüşüne davetiye çıkarmaktadır. Yüzyılın tarihsel resmini çizecek tarihsel temaların seçimine bu çakışmanın niteliği kılavuzluk eder. 19. yüzyıl siyasi tarihine ait eğilimler çağların ötesinde de izlenebilir ve devam eden geçerlilikleri teyit edebilir. Yüzyıl iki yarıya ayrılabilir: Birinci yarı, onun nihai tarihi çehresini de belirleyecek olan felaketler yarısıdır, ikinci ise en azından hakim medeniyet olan Batı için refah ve sosyal yardımlaşmanın damgasını vurduğu yarıdır.<br /> İç savaşlara refakat eden eden inançlar, dünya görüşleri ve değerler çatışması şiddeti haklı kılabilir ve ateşini daha da körükleyebilir ama şiddetin yoğunluğunun asıl sebebi tarafların ödün vermeye imkan vermeyen pozisyonlardır. Karşı tarafı siyasetten yok etme hedefi frensiz bir radikalizmi de beraberinde getirir ve bu özelliğiyle iç savaşı devletlerarası bir savaştan belirleyici biçimde farklı kılar. Kıta Avrupası devrimlerinin her biri geleceğe farklı bir vizyon yansıtırken Amerikan ütopyası kendisine bugün içerisinde sağlam bir yer edinmiştir. Amerika’da önemli olan öncelikle bireysel mutluluk vaat eden kurumların tesis edilmesiyken Avrupa’daki devrimler geçmişi Fransız İhtilali’nden sonra ihtilal öncesi düzeni yıkmak zorundaydılar. Amerika’nın durumu daha iyiydi: Bir geçmişi olsa da tarihi yoktu. <br /><br /> 1830’da Paris’te patlak veren Temmuz Devrimi’nin ekimde Polonya İsyanı’nın yolunu açması ve 1848 Paris Devrimi’nin daha Doğu’da mutasyona uğrayacak bir ‘’Uluslar Bahar’’ına dönüşmesi hiç de hayret uyandıracak gelişmeler değildi. Ayaklanan halklar ve milletlerin kendi devletlerini kurma istekleri büyük güçlerin arasındaki rekabeti kızıştırdı ve denge örgüsünü zedeledi. Doğu sorunu sadece Avrupa’nın denge ve emniyet sistemini gitgide daha fazla sarsmakla kalmıyor, aynı zamanda Viyana Barışı ile bağlantılı kurumsal ve sosyal değer yargılarının da altını oyuyordu. Dünya Savaşı, Balkan Yarımadası’nda olan bitenler tarafından tetiklenmiş olsa da savaşı yaratan şartlar çok daha büyük bir çeşitlilik arz ediyordu. Seferberliğin siyasi ve lojistik mekaniği daha da karmaşık hale gelmiş ve ittifakların anlık örgülerinden kaynaklanan öngörülemezliklerle iç içe geçmişti.<br /> Dünya Savaşını iç savaş kategorisi içerisinde yeterli biçimde kavramak mümkün müdür? Büyük Savaş’ta olan bitenler göz önüne alındığında böylesi bir kategorizasyonla ilgili ciddi tereddütler oluşacaktır. Olağandışı şiddet dinamiğine rağmen, tek doğrunun sahibi olma iddiasındaki iki kamp arasında oluşmuş bir düşmanlıktan söz etmek mümkün değildir. Mezhep savaşları, Fransız İhtilalini takip eden savaşlar veya Amerikan İç Savaşı gibi belirleyici vasfı karşıt değerlerin, fikirlerine dünya görüşlerinin kavgası olan bir savaş değildi bu savaş. Siyasi zihniyetlerin kültür tarihi açısından yapılacak bir yorumu Dünya Savaşını belki bir fikir mücadelesi olarak niteleyebilir ama böyle bir yorum gerçeklikten ziyade savaş alanında birbirine girmiş ulusların taşkın öz algılarına tekabül edecektir.<br /> Almanya için Dünya Savaşı, saygınlığını yitirmiş bir dünyanın nefret edilen düşman İngiltere ile özdeşleştirilmiş temayüllerinden, metafizik olan her şeye muhalif bir materyalizmden, takas, ticaret ve para kazanmanın hakir görülmeyi hak eden dünyasından kurtulmak için verilen bir mücadele halini aldı. Almanya dünyayı değiştirmek istiyordu, İngiltere ise olduğu gibi korumak; son kertede geçmiş ve geleceğin kozlarını paylaştığı bir mücadeleydi bu. Gerçektende bu kavgada değişik zamanlarda bağlantılı olarak karşı karşıya geldiler. Bu açıdan bakıldığında Birinci Dünya Savaşı Avrupa kültürlerinin savaşı olarak yorumlanabilir.<br /> Makineler insanları eşitler. Hukuksal eşitliğin oluşması da 19. yüzyıldaki sanayileşme süreciyle at başı gitmişti. Fakat bu dönemde eşitlik çembere alınmış ve geleneksel meşruiyetlerin siyasi prangalarıyla zincirlenmişti. Gerçekliğin toplumcu gözle yapılacak bir yorumuna göre, aydınlanmayla bağlantılı ve geç 18. yüzyıl devrimlerinden kaynaklanan iki kavram 20. yüzyılda karşı karşıya gelmişti: Özgürlük ve Eşitlik. Başlangıçta sadece kanunlar önünde eşitlik şeklinde anlaşılan eşitlik ilkesi giderek özgürlüğün anatomisi halini aldı çünkü bu iki kavram 19. yüzyılın ilk üçte birlik bölümünde Fransız İhtilali’nin radikal eğilimlerini takip ederek birbirine zıt toplumsal anlamlar yüklediler.<br /> 19. yüzyılda kültürel coğrafya açısından İngiltere ile Rusya veya Fransa ile Rusya karşı karşıyaydılar. Bu düalizm 20. yüzyılda, bir tarafta özgürlüğün diğer tarafta harfiyen eşitliğin güçlerinin karşı karşıya geldiği, siyasi karakteri daha belirgin ve ideolojik misyonlar yüklenmiş bir çatışma yerini bıraktı ve iyice keskin hatlar kazandı. Almanya ile İtalya arasında İspanyol İç Savaşı’ndan doğan ittifakın arkasında yatan, her şeyden önce dış politika hesaplarıydı. Faşist bloğun oluşması Etiyopya macerası neticesinde İtalya’nın dış politika ve ittifak siyasetleri alanında karşı karşıya kaldığı zorlukların bir sonucuydu.<br /> Simgesel bir hadise, bir ikona haline gelen İspanya İç Savaşı, dünya çapında bir sınıf ve ideoloji savaşı söyleminin yerleşmesine hiç de azımsanmayacak ölçüde katkı yapmıştır. Burada romantik etkisi etkisi, konu ettiği malzemenin öneminin çok daha ötesine varan bir söylem söz konusudur. Bu söylem İspanya’da olan bitenin ittifak ve güvenlik politikaları boyutunun Avrupa devletlerinin dünyasına nasıl bir etkisi olduğuna hiç aldırmaz. <br /> Devrimin kaynağı savaştı ve söz konusu olan sadece Rus Devrimi de değildi. Dünya Savaşı Kızıl Ekim’i takip eden bütün kalkışmaların da babasıydı. Dünya Savaşı olmadan devrim de olmayacaktı. Yabancıların Beyazları yani karşıdevrimci Rusları desteklemek amacıyla Rusya’nın iç işlerine karışması, Kızıllar yani Bolşevikler açısından vatan davasına sahip çıkan taraf konumuna yerleşmek gibi gayet elverişli bir sonuç doğurdu. Yani Ekim Devrimi sosyal devrimci bir isyandan çok tarafları yiyip bitiren sonu gelmez bir güç kavgasının neticesindeydi, askeri bitaplığın ve sosyal tükenişin ifadesi ve her şeyden evvel Rusya’nın İttifak Devletleri karşısındaki yenilgisi olarak kendini gösteren güçsüzlüğünün sonucuydu.<br /><br /> Oluşmakta olan uluslar arası iç savaş örgüsünün cephe çizgilerinin, Orta ve Doğu-Orta Avrupa’daki yeni ulus devletlerin hükümranlık bölgelerinin şekillendirilmesinde geniş kapsamlı etkileri olacaktı. Bolşeviklerin Macaristan’da ve keza bir yıl sonra Polonya’da dünya devrimi fikrine değil de Rus İç Savaşı’nın taleplerine öncelik vermelerinin ardında yatan hesap, Antant ve müttefiklerini çok fazla sıkıştırmama düşüncesinden de kaynaklanmış olabilir. Polonya ulus-devletinin konturları, emperyal Rusya’yla arasına sarih olarak koyduğu mesafeyle kesinleştikçe Doğu’daki komşuyu iyi tanıyan komünistler Sovyetler’i Polonya’ya karşı saldırgan bir strateji izlemekten vazgeçirmeye çalıştılar. Almanya ve Sovyetler Birliği arasındaki iki savaş arasındaki dönemin tümünü kapsayan Gizli bir tehlikesi olduğu sanılan askeri ve ekonomik ilişkilerin de başlangıcı Polonya-Sovyet Savaşı’nda bulabiliriz.<br /> Sağlam geleneksel temeller sadece İkinci Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş’a geçiş döneminde ortaya çıkmakla kalmayacak, komşularının Polonya’yla olan ilişkilerinin arka planını da oluşturacaktı. Polonya’ya duyulan husumet 1920 yılından beri Alman-Sovyet yakınlaşmasının çıkış noktası olduğu gibi aynı zamanda ilişkilerin üzerine bina edildiği esası oluşturuyordu.<br /> İngiltere ile Kıta Avrupası’ndaki devlet yapılanmaları arasındaki farklar üzerinde fazlasıyla düşünülmüş ve şu soru hep ön planda olmuştur: Büyük Britanya’yı, otuzlu yıllarda diğer ülkeleri pençesine alan ve bazılarını da dibe çeken sarsıntılardan, hangi gelenek ve kurumlar korudu? Kadim geçmişe kadar uzanan gelenekler, değişik siyasi örgüler ve ciddi farklılıklar gösteren çıkış noktaları bahis konusu olmuştur burada. İngiliz demokrasisinin kurumları birtakım iniş çıkışlar yaşamalarına rağmen, pür hiddet gelen krizin şiddetine dayanabildiler. Buna karşın ekonomik kriz Almanya’da, parlamentoya bağlı yürütme, demokrasi ve cumhuriyetin ancak on sene evvel vücuda getirilmiş kurumlarını felakete sürükledi.<br /> İngiliz sendikaları ılımlı tutumlarıyla başarı kazandılar. Ekmeğini çalışarak kazananların, özellikle de sendika üyesi olanların hayat standartları tedricen yükseldi. Diğer taraftan bu başarı sendikaları, ılımlı fakat ısrarlı bir tutumla edilen kazanımları korumayı ve geliştirmeyi bilecek insanları yönetim kademelerine yerleştirmeye itti. 1930’lu yılların başında iki taraflı bir krizin sarstığı İngiltere’yi daha büyük belalardan koruyan herhalde uzlaşmanın ölçülü siyasi kültürü ve keza siyaset arenasında aristokrat öğeleri kollayan çoğunlukçu seçim sistemiydi.<br /> Büyük Buhranın Fransa’daki etkileri Almanya ve İngiltere’dekinden farklıydı. Kıta geleneğinde bir devlet yapılanması olarak burada da siyaset kutuplaşmaya meyilliydi. Bütün bunlara rağmen Fransa da Büyük Ekonomik Buhranın etkilerinden kurtaramadı kendisini. Ama depresyon nispeten geç ve tedricen sahne aldı ve keskin bir krizden ziyade bir durgunluğa neden oldu. Bunun nedeni muhtemelen ülkenin kredi kullanımının kriz öncesinde de belirli sınırlar içerisinde kalmış olmasında yatar.<br /> Fransa’yla karşılaştırıldığında Almanya’da eksik olan, radikal cumhuriyetçi, sosyal muhafazakar bir partinin varlığıydı. Devlet ve hükümet nizamını ve keza cumhuriyetin demokratik ve parlamenter kurumlarını savunmak aslına bakılırsa hep sosyal demokratlara havale edilmiş bir vazifeydi. Ama SDP hep sosyal-reformist bir parti olarak kaldı, üstüne üstlük radikal sosyalist bir söylem kullanmaya da özel bir gayret gösteriyordu.<br /> Almanya’dan farklı olarak İngiltere ve Fransa Büyük Ekonomik Buhran’ı parlamenter demokratik rejimlerini koruyarak atlatabildiler. Bu arada Avrupa’da sadece savaşa parlamenter demokrasi olarak giren devlet yapılanmalarının ekonomik sarsıntılarını işleyen demokrasiler olarak atlatabilmeleri dikkat çekicidir. Diğer bütün devlet yapılanmaları iki savaş arasındaki dönemde otoriter, diktatoryal ve faşist yapılanmalara dönüşmüşlerdi.<br /> Almanya’nın çok özel türden bir diktatörlüğe dönüşmesinin sadece iki savaş arasındaki dönemde otoriter rejimlerle idare edilmiş Litvanya, Polonya veya Macaristan gibi diğer ülkelere işaret ederek kafalarda halledilmesi mümkün değildir. Wilhelminizmin şekillendirdiği insanlar için artık Almanya başka bir ülkeydi. Sanki imparatorluk bütün geleneksel bağlarından kopmuş, bir krizden diğerine sürükleniyordu. Nihayetinde nasyonalsosyalistlerin iktidarı ele geçirmeleri hemen savaştan sonra değil bir nefeslenme ve istikrar kazanma sürecinin ardından vuku bulmuştur.<br /> Dünya Savaşı ve İttihat ve Terakki’nin Pantürkist üyelerinin su götürür suçlamaları soykırımın bahanesi olmuştu. Ama bu facianın asıl nedenleri tabii ki daha derinlerde yatar. Osmanlı İmparatorluğunun 19. yüzyıldaki çöküş süreciyle alakalıdır.<br /> Avrupa Yahudilerinin yok edilemeye başlaması her ne kadar ötenazi programıyla ilişkili olsa da ‘Doğu Seferi’ ve onun ırkçı ideolojik antibolşevik ivmesinin yönüyle doğrudan bağlantılıydı. Bu nasyonalsosyalist antibolşevizm, birçok açıdan antisemitizmin bir türevi olarak gösterir kendisini. Amerika’ya savaş ilan edilmesi ve savaşın bir dünya savaşı boyutlarına ulaşmasının ‘Yahudi Sorunu’nda radikalleşmesinde payı olduğu muhtemeldir. Nihayetinde Hitler’in hayal dünyasında Yahudiler, hem bolşevizmi hem de Batı plütokrasisini (zenginler yönetimi) kendi iktidarları için kullanan bir uluslar arası güçtü. Bu ideolojik yansıtma her yerde, basında, propagandada, resmi açıklamalarda ve Hitler’in mutat Yahudi düşmanı reteoriğinde kendisini belli ediyordu.<br /> Nasyonalist kitlesel kıyım sırasında vuku bulan korkunç olaylar göz önüne alındığında olan bitenin hafızalarda tekrar bina edilmesine, Holokost’ta yaşanan hadiselerden çok tarihten menkul, belki de dini hafıza kalıplarının katkıda bulunması bir paradoks oluşturur. Stalinist tahakkümle Nazi rejimi arasındaki en bariz fark herhalde kurbanların öldürülmesi koşullarında görülebilir. Bu farkı oluşturan belirgin özellik ise çalışmadır. Sovyet komünizmi açlık felaketinin kurbanları dışında milyonlarca insanı zorla çalışmaya mahkum etmiştir. Nasyonalsosyalist rejim de ise köle çalıştırmanın ne demek olduğunu biliyordu. Bu köleler Nazi rejiminde etnik kökeni Alman olanlardan değil diğer milletlerden devşiriyordu. Bu nedenle zorla çalıştırılan zorla çalıştırılan bu köle-işçilerin sömürülmesi Nazi İmparatorluğunda doğrudan doğruya yayılma ve fetih savaşlarıyla ilişkilidir. <br /><br /> Karşılaştırmaya yönelik şiddetli istek Avrupa’daki ulusal kültürlerin adeta içine işlemiş durumdadır. İki savaş arası dönemde kıta Avrupasında faşizm ve komünizm, 20. yüzyılın anlam bahşedici iki büyük ideolojisi olarak bir iç savaş cepheleşmesinde karşı karşıya gelmişlerdir. <br /> Truman Doktrini Amerika’nın izolasyonist döneminin sonunu ve aktif mücadeleler siyasetinin başlangıcını işaret ediyordu. Dünya içinse bu dönüm noktası, dönemi belirleyecek, kırk küsür sene sürecek Soğuk Savaş, Doğu-Batı çelişkisi, nükleer silahlanmanın gölgesinde iki kutupluluk olgularının, belirli bir biçimi olmayan anlamına geliyordu. <br /> Her şey Avrupa siyasetinin fay hattının zaten oldum olası faal olduğu bölgede yaşandı. 19. yüzyılda büyük siyasetin geleneksel olarak üzerindeki gerilimi attığı bu coğrafyada, ‘’Doğu Sorunu’’ ve ‘’Büyük Oyun’’un coğrafyasıydı. Doğu sorununun alametleri sadece Osmanlı İmparatorluğunun kaderi için geçerli değildi. Polonya’nın en büyük sınırlarına ulaştığı dönemde Baltık Denizi’nden Karadeniz’e kadar uzanan bu muazzam imparatorluğun alınyazısı da Doğu sorununun bir parçası olarak tezahür etmişti.<br /><br /> 1945 senesini belirleyen Sovyet ordusunun ilerleyişi oldu. Rusya Doğu ve Orta Avrupa’da hegemonyal güç olarak yerini sağlamlaştırdı. Bunu öncelikle 1940’taki başlangıç durumunun yeniden ortaya çıkardığı Baltık ülkelerinde gerçekleştirdi. Baltık ülkelerini Polonya takip etti daha sonra da Mihver Devletleriyle ittifak kurmuş Romanya, Bulgaristan ve Maceristan gibi devletler nasiplerini aldılar.<br /><br /> <br /><br /> Bir sınıf savaşı olarak deklare edilmiş Yunan iç savaşında etnik ve teritoryal (yerel öğeler) gün geçtikçe daha fazla ortaya çıktı. Savaş sırasında Yunan komünistleri ile Slav asıllı Yunanlılar arasında yakınlaşmalar sürdü.<br /> Doğu Sorunu coğrafyasında Büyük Britanya’nın geleneksel rolünü Amerika Birleşik Devletleri’ne devretmesini İngiltere ve Rusya arasında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hortlayan gerginliğin evrenselleşmesi takip etti. Doğu ve Batı arasında İran, Türkiye ve en önemlisi Yunanistan etrafında patlak veren anlaşmazlıklar tarihsel örgüleri soyut ve ilkeler çerçevesinde ifade tarzına dönüşüyordu. Bu gelişmeyi en güzel Yunanistan’daki dramatik durum nedeniyle gündeme gelen ve pek de haksız sayılmayacak şekilde ‘Soğuk Savaş’ta sıkılan ilk mermi’ olarak tanımlanan Truman Doktrini gösterir. Dünya iç savaşına giden dönüşümün temelleri 1947’de Truman Doktrini ile atılmıştı adım adım da gerçekleştirildi. Resmen kabul edilmiş genel bir siyasetten konuşmak henüz mümkün değildi gerçi ama Yunanistan ve Türkiye’nin desteklenmesi küresel müdahale retoriğle kongreden geçirildi.<br /> Çinhindi Savaşı (Fransa-Vietnam Savaşı, 1946 ile 1954 yılları arasında, Fransa ve destekçileri ile Kuzey Vyetnam ve destekçileri arasında,Çinhindi'nde meydana gelen savaştır. Savaş sonucu Vietnam ikiye bölünmüştür.) bir Asya savaşıydı fakat Fransa’nın Avrupa’daki rolüyle ilintili olarak çok önemli bir etkisi oldu. Fransa giderek azalan önem ve itibarını kurtarmak amacıyla iki önemli sahnede birden oynuyordu: Avrupa ve Asya. İki farklı coğrafya da birden aktif olmak ve bu keyfiyetin beraberinde getirdiği ikilemler Birleşik Devletler’e yansıyor ve oluşan gerilimi hem Asya’da hem de Avrupa’da siyasi olarak yumuşatmak ona kalıyordu. Kolonyal yükümlülüklerin ağırlığıyla ağırlığıyla baş edemeyen bir Fransa’nın Avrupa’nın en önemli kıta gücü olarak Batı ittifakı içerisinde payına düşen rolün altından kalkabileceği tereddüdü giderek daha fazla belli oluyordu.<br /> Avrupa’nın bugününün gerekleri ve sömürgelerinin getirdiği ipotek arasında sıkışıp kalan Fransa, bu durumdan kurtulma gayreti için manevralar yapıyordu. Avrupa’nın güvenliği için kurulacak ve Batı Almanya’nın da katılacağı bir işbirliği teşkilatını tasdik edecek olması Fransa’nın elindeki kozdu. 1945’ten sonra Fransa’ya sömürge imparatorluğunu tasfiye etmek ve 1870\71’le başlayan tarihi dairesel hareketi sonlandırmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı. Giderek alevlenen Doğu-Batı karşıtlığı, dünya savaşında mağlup Almanya’nın –doğal olarak batı kısmının- tekrar güçlenmesini ve silahlandırılmasını elzem hale getirince bu dairesel hareket de sona erdi. Ayrıca Fransa’nın Avrupa’ya geri dönmesi ve Almanya ile itilaflarının çözülmesi, yeni efendiler yani Amerikalılar ve onları Avrupa’nın şartıyla tanıştıran İngilizler tarafından da gayretli şekilde destekleniyordu.<br /> Soğuk Savaş dönemi tarihsel olarak bakıldığında tam bir paradoks oluşturacak şekilde büyük nötralizasyonların dönemi oldu. Doğu ile Batı arasındaki büyük çatışma ve dostla düşmanın toplumsal değerler ve ilkeler ekseninde iç savaş benzeri koşullarla ayrışması, milli hafızaların 19. yüzyılın bitiş dönemi ve iki savaş arasında kalan yıllardan yadigar siyasi anlamları hükümsüz kıldı. Kadim tarihten gelen hikayelerin Soğuk Savaşın etkisiyle nötralize edilmesi süreci, dil ve iktisadi organizasyonlar aracılığıyla gerçekleşti. Farklılıklar, karşıtlıklar ve çatışmalar, bütünleşme süreci, içerisinde ölçülebilir semantik ve semboller nedeniyle büyük siyasetin ve ulusal güvenlik meselesinin ilkesel ve varoluşsal boyutlara ulaşan sorunlarına oranla çok daha kolay halledilebiliyordu. Avrupa’nın tarihi göz önüne alındığında muhtemelen girebileceği tek yola yönelmişti: Avrupa’nın kadim tarihi tarafından kirletilmiş siyasi merkezden uzaklaşan süreç, onlarca yıl boyunca periferide, ekonomi dünyasında, geçmişin her türlü izini unutmanın alıştırmasını yaptı.</b></span></div>
<div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span></div>
<div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span></div>
<div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: x-small;"><b>* Dan Diner - Yüzyılı Anlamak (Evrensel Bir Tarih Yorumu)</b></span></div>
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-8958232423760767262014-11-29T12:09:00.003-08:002014-11-29T12:09:31.434-08:00İlerlemenin kısa tarihiKitap analizi:<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgC2kgkt9LzIfvsnYBjdiKIv1LBz7gF5CS2TLRgs2-EYGhEfLC2Ozx0nZ3vjZAdojM6YgWeWwGS_jARuc-lJXQbfY35ssUHfVitOrpRP8YnO1OgdkZpXn5H9gnobI0ge64uSeF0uiNXWj4/s1600/403494.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgC2kgkt9LzIfvsnYBjdiKIv1LBz7gF5CS2TLRgs2-EYGhEfLC2Ozx0nZ3vjZAdojM6YgWeWwGS_jARuc-lJXQbfY35ssUHfVitOrpRP8YnO1OgdkZpXn5H9gnobI0ge64uSeF0uiNXWj4/s1600/403494.jpg" height="320" width="204" /></a></div>
<br />
<b style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">“Tarih” dediğimizde ilk akla gelen “geçmiş” kelimesidir. Geçmişten bugüne aktarılan bir tarih, bugünden geleceğe giden hayatımızı etkiler mi? Ne olduğumuzu, neler yaptığımızı açıkça görürsek birçok devirde, birçok kültürde ısrarla varlığını sürdüren insan davranışlarını tanıyabiliriz ve bunu bilmek de nereye gideceğimizi söyleyecektir.</b><br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /> <br />İnsanların kafasını kurcalayan birçok soru vardır ve sürekli araştırarak bu sorulara cevaplar bulmaya çalışırlar. Fakat cevaplardan memnun kalıyorlar mı, ya da buldukları cevaplar kafalarını daha da kurcalıyor mu, orası muamma. İnsanın kendisinin en çok merak ettiği sorulardan biri de “İnsan tam olarak nedir?” Arkeoloji ileriyi görmek için başvurabileceğimiz elimizdeki en iyi aygır herhalde, çünkü zaman içindeki yolculuğumuzun izlediği yönün ve hızın derinlikli bir okumasını sunuyor:</b></span><div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Ne olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve dolayısıyla nereye doğru gideceğimizi söylüyor. “Şempanzeler olduğumuza, 5 milyon yıl önce zaman içinde nasıl bir yol izlediğimiz kesin olarak bilinmese de nihayetinde Afrika’dan çıktığımıza dair akılcı kuşkulara kapılmaya mahal yoktur.” <br /><br /> <br /><br /> Bugüne gelmemizin en büyük etkenlerinden biri kültürdür. Zaman içerisinde kültür tarafından şekillenerek ilerleme kat ediyoruz. ”Beynin kültür dolayısıyla doğayla etkileşimlerinin esnekliği, başarımızın anahtarı olmuştur.” Medeniyetler kültürün belli bir türüdür: Bitkilerin, hayvanların ve insanların ehlileştirmesine dayanan geniş, karmaşık toplumlardır. İlk medeniyetler MÖ 3000 yılında ortaya çıkmış, bunlar Sümer ve Mısır medeniyetleridir. MÖ 1000 yılında gelindiğinde medeniyet başta Hindistan, Çin, Meksika, Peru ve Avrupa’nın bazı kısımları olmak üzere Dünya’nın etrafında bir halka oluşturmuştu. ”Bütün zalimliklere rağmen medeniyet değerlidir, sürdürmeye değer bir deneydir. Ama tekinsizdir de: İlerleme merdiveninde tırmanırken, önceki basamakları aşağı ittik. Felakete sürüklenmeksizin aşağı inmemiz söz konusu değil. Medeniyeti sevmeyenler, onun o küstah yüzünün üstüne düşmesini bekleyenler, bugünkü sayılarımız ve varlığımızla insanlığı ayakta tutmanın başka bir yolu olmadığını akıllarda tutmalılar.” <br /><br /> Her dönemin kendine özgü bir önemi vardır, zamanla alet yapımı, tarım, avcılık, çiftçilik ilerlemiş ve bugüne kadar gelmiş bulunmaktadır. Nüfusların ve yerleşik hayatların artmasıyla, gruplar arasındaki farklılıklar ortaya çıkmasıyla, liderliğin var olmasıyla da insanlar arasında güç ve zenginlik söz konusu olmuş ve insanlık vahşiliği artmıştır.<br /><br /> “Bana en şaşırtıcı gelen, en çarpıcı bulduğum şey, dünyanın her yerinde, farklı kültürler ve ekolojilerde çalışıyor olsalar bile insanların çok benzer şeyleri birbirilerinden bağımsız olarak gerçekleştirmelerinin ne kadar az zaman aldığı.” İlişkiler, yiyecek, zenginlik, güç ve saygınlık gibi şeyler bizi etkileyerek baştan çıkarır ve peşlerinden sürükler, ilerlememizi sağlar. Teknolojinin gelişmesi, yeni fikirlerin ortaya atılmasıyla, yeni icatların, yeni ürünlerin ortaya çıkmasıyla aslında ilerliyoruz.<br /><br /> “Kadim medeniyetler genellikle iki tiptir: kent-devlet sistemleri ya da merkezi imparatorluklar. Medeniyetler, genişleyen bir çevreden merkeze zenginlik aktarırlar; çevre bölgeler siyasi ve ticari bir imparatorluğun ya da kaynakların yoğun olarak kullanmasıyla birlikte doğanın sömürgeleştirmesinin, genellikle her ikisinin birden sınır bölgeleri haline gelirler.” Bir medeniyet zirveye çıktığında en istikrarsız dönemini yaşıyor olur, çünkü ekolojisi üzerindeki talepleri azami düzeye erişmiştir. Yeni bir zenginlik ya da enerji kaynağı ortaya çıkmadıkça üretimini artırması ya da doğal dalgalanmaların yarattığı sarsıntıları hazmetmesi mümkün değildir. İlerlemesinin tek yolu, doğadan ve insanlıktan yeni krediler almasıdır. “Doğa erozyonlarla, hasadın kötü gitmesiyle, kıtlıklarla, hastalıklarla kredisini geri çekmeye başladığında toplumsal sözleşme de bozulur. İnsanlar bir süre metanetle acılara dayanabilirler ama er ya da geç yöneticinin göklerle ilişkisinin bir yanılsama ya da yalan olduğu ortaya serilecektir.” Toprakların kötüye kullanımı ve açlık bu altüst oluşlarda önemli olmuşlarsa da bu isyanların başlıca nedeni doğal değil toplumsal sermayenin tükenmiş olmasıdır. Bu toplumlar yeniden örgütlendiklerinde medeniyet işini sürdürmekle kalmadı, genişledi de. Gerçek bir çöküş bir toplumun tükenmesiyle ya da tükenmeye yaklaşmasıyla sonuçlanır, bu evrede çok sayıda insan ölür ya da dağılır. İyileşme, eğer olursa, asırlar sürer, çünkü ormanlar, sular ve humuslu toprağın yavaş-yavaş kendilerine gelmesiyle birlikte doğal sermayenin yeniden üretilmesini gerektirir.<br /><br /> “Kadim medeniyetler yereldi, belli ekolojiler üzerinden geçiniyorlardı. Biri düşerken, başka bir yerde bir diğeri yükseliyordu. Gezegenimizin geniş kısımlarında yerleşim hala azdır. Dünyanın tarihi uzaydan hızlı bir film olarak çekilebilseydi, medeniyetlerin orman yangınları gibi, önce bir bölgede sonra bir diğerinde patlak verdiğini görürdük. Bazı medeniyetler yalıtılmıştır, kendiliğinden ortaya çıkmıştır; bazıları rüzgârla savrulan kıvılcımlar gibi asırlar boyunca oradan oraya taşınmıştır. İyi bir yerde kurulan birkaçı, uzun süren bir aradan sonra yeniden alevlenen közler gibi yeniden doğmuştur.” Geçmişe baktığımızda, bir medeniyetin hayatta kalıp başarılı olmasının yegâne kalıcı dayanağı, toprağın ve suyun, suyu tutan ormanların sağlığı olabilir.<br /><br /> <br /> Zaman ilerledikçe teknolojinin gelişmesiyle de savaşların artması, güç ve zenginliğin üstün tutulması, rakipliğin artması, hastalıkların yayılması,kıtlık ve yoksulluktan dolayı bütün bunlar nüfusun azalmasına neden oldu ve hala da olmaya devam ediyor. Zaman artık hızla ilerliyor ve 10.000 yıllık yerleşik hayat deneyi bizim şimdi yaptıklarımıza ve yapmadıklarımıza bağlı olarak ayakta kalacak ya da devrilecek. ”Kaderimiz ellerimizin arasından kayıp gidecek.Bu yeni yüzyıl çok eskimeden geçmişimizdeki bütün karanlık çağları solda sıfır bırakan bir kaos ve çöküş çağına gireceğiz. Şimdi, geleceği düzeltmek için son şansımız."<br /> <br /><br /></b></span><div>
<div id="ftn1">
<div class="MsoFootnoteText">
*Ronald Wright,”İlerlemenin
Kısa Tarihi,Çev. Ebru Kılıç,Aylak Kitap,1.baskı Eylül 2012,s.32</div>
</div>
<div id="ftn8">
</div>
</div>
</div>
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-26261491797424426632014-05-19T14:26:00.003-07:002014-11-24T12:39:30.483-08:00Nostalji.<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_WgpOWe-7hKAznES4ueDaG1GheKSM2Necuw0Ags7mEscJ60xrj2id_2_rn2yD2JU0H4eANcDpOALOSEUdWJp4W4w1Han68IFpF_TmFogq3aBQDM8fc6L4zl73U-nnLPXLfx6PJCbuaxk/s1600/91952.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_WgpOWe-7hKAznES4ueDaG1GheKSM2Necuw0Ags7mEscJ60xrj2id_2_rn2yD2JU0H4eANcDpOALOSEUdWJp4W4w1Han68IFpF_TmFogq3aBQDM8fc6L4zl73U-nnLPXLfx6PJCbuaxk/s1600/91952.jpg" height="400" width="253" /></a></div>
<b><span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> Dönüş, Yunancada nostos demek. Algos, keder anlamına geliyor. Yani, nostalji, doyurulamamış dönüş arzusundan kaynaklanan bir keder. Avrupalıların çoğu bu temel kavram için Yunanca kökenli bir sözcük (nostalgie, nostalgia), sonra kökü kendi ulusal dillerinden gelen başka sözcükler kullanabiliyorlar: İspanyollar anoranza diyor, Portekizliler saudade diyor. Bu sözcükler her dilde farklı anlamsal nüansa sahip. Çoğunlukla sadece ülkeye dönüşün olanaksızlığının neden olduğu hüznü belirtiyorlar; sıla hasreti,gurbet acısı. İngilizcedeki homesickness ya da Almancadaki Heimweh, Hollandacadaki heimwee. Ama bu, bu büyük kavramın daraltılması anlamına geliyor. En eski Avrupa dillerinden biri olan İzlandacada iki ayrı terim kullanılıyor: söknudur, genel anlamıyla nostalji ve heimfra, sıla hasreti. Çekler, Yunancadan alınan nostalji sözcüğünün yanı sıra bu kavram için stesk diye kendi isimlerini ve kendi fillerini de kullanıyorlar; Çekcede en dokunaklı aşk cümlesi: Styska se mi po tebe: Sana hasretim; yokluğunun acısına dayanamıyorum. İspanyolcadaki anoranza, anorar (nostalji duymak, özlemek) fiilinden gelir, o da Latince ignorare (bilmemek) sözcüğünden türeyen Katalanca enyorar'dan. Bu etimolojik aydınlatmanın ışığında, nostalji, bilmemenin acısı olarak ortaya çıkıyor. Uzaktasın ve ben sana ne olduğunu bilmiyorum. Ülkem uzakta ve ben orada neler olduğunu bilmiyorum(...)</span></b><br />
<b><span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> Nostaljinin kurucu destanı Odysseia, Eski Yunan kültürünün başlarında doğdu. Vurgulayalım: Bütün zamanların en büyük serüvencisi Odysseus, aynı zamanda en büyük gurbetçidir de. Troya savaşına gitti (pek istekli değildi) ve orada on yıl kaldı. Sonra bir an önce doğduğu İthaka'ya dönmek istedi, ama tanrıların entrikaları yüzünden yolu, önce en olağanüstü olaylarla dolup taşan üç yıl, sonra esir düştüğü ve kendisine aşık olup onun adasından gitmesine izin vermeyen Tanrıça Kalypso'nun yanında yedi yıl daha uzadı.</span></b><br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Odysseia'nın beşinci şarkısında Odysseus ona şöyle der: "Ne kadar akıllı da olsa, bilirim senin yanında, haşmetten uzak kalırdı Penelope ve de güzellikten... Ama gene de her gün ettiğim tek dua oraya dönmek, gün doğumunu evimde görmek!" </b></span><br />
<b><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span></b>
<b><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span></b>
<b><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span></b><span style="font-size: x-small;">(Milan Kundera - Bilmemek, s.10,11,12, Çev. Aysel Bora, 11.Baskı)</span>Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-49474577471035663772014-04-28T17:32:00.001-07:002014-11-24T12:38:57.475-08:00Benimle konuşmaya devam et.<b><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span></b><b><span style="color: #20124d; font-family: Verdana, sans-serif;"> </span><span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kendi kendini ve diğerlerini anlamayla yüzleşmek; varlığını fark etmenin şüphelenilmeyen görünümü, sıklıkla keşfedilir. Hakkında çok az bildiğimiz bir sorunla ya da daha önce hiç tanışmadığımız bir insana yaklaştığımızda, bir panik duygusu hissederiz ya da sevinç. Hiçbir zaman tamamıyla net olmayan ince bir farklılık. Onu çözmeyi başarabilecek miyiz? Kendimize sorarız ve cevap her zaman olumlu değildir.<br />Birçok zaman "yabancıya" şüpheyle bakarız, şüphe henüz sistemleştirilmemiş farklılıkta her zaman var olur. Bu "yabancı" bizi nereye götürecek? Kesinlikle yeni şeylere doğru ve bunlar ne gibi olacaklar? İyi ya da kötü olabilirler, ama onlar bizim dengemizi, nahoş bir uyanma ve sonrasında sıklıkla yarattığımız uykumuzu (ve düşlerimizi) altüst ederler.<br />Bundan, tamamıyla daha gerekli olan kendimizi ortaya çıkarmamamız. Kişisel dünyamız, bizim kendi dünyamız, tehlikeye atıldığından beri bilinmeyene riski göz aldığımızda, onu ölümüne savunmaya hevesliyiz; riskin sınırları duygusuzlaşıyor ve açıklayıcı bir şema öneriyor. "Yabancı", insan ya da problem olsun, bu yüzden kendi şemalarımızın dünyasında kataloglu; yapıda var olan biçimi seyreltiyoruz, onu zorla bastırıyoruz, ötekinin bizim ihtiyaçlarımıza boyun eğmesini bekliyoruz. Böylece, "onu" ayinsel davranışta öldürdükten sonra, biz, katiller olarak kendi kapasitemizin limitleri içinde yapabilir oluyoruz, onu kendi amaçlarımıza uyumlulaştırarak, kapsayıcı arzularımızı, düşlerimizi ve uykumuzu bile beslemeye devam edip, yeniden üretiyoruz.<br /> Ve kesinlikle en kötüsü olmayan bu yolla, bazılarımız, kendimizi, düzenlemenin kozalağına sarmalıyor, yargılıyor ya da onun farkında bile olmadan yargıyı erteliyor. Ama gündelik pratikte, bu erteleme, onu şiddetle yapmaya ihtiyaç duymadan kendi kendine bizim görüş sahamızda her zaman diğerine güvenle ifade ediliyor. Bu durumlarda, olmadığında var olmadığı gibi ortaya çıkabilecek olan ahengi bulmaya genel gülünç bulma duygusu yardım ediyor.<br />Lütfen, düzen için senin hakaretinin bağırışı olmasın; bana senin hayat dolu bir yaşama şeklini, dans eden niteliksel mantığını göstermen yeterli, düzenin ve hareketsizliğin mecburiyet âdetini değil. Yani, bana bunu mantıkla, dikkatli bağlantılarla göster. Lütfen, bana deli olduğunu söyle, tıpkı benim gibi, ama bunu açıklıkla söyle. Lütfen, bana karanlığın tüyler ürpertici berbatlığından bahset, ama gün ışığında söyle bana bunu, böylece görebilirim; benim eğitilmiş olduğum katı dilde temsil edilmiş olarak, burada ve şimdi.<br /> Yıkıma dair nağmelerinle cesaretlendir beni -onlar benim kalbimin ihtiyaçları olan tatlı ninniler- ama onlardan derli toplu bir biçimde bahset, böylece ben onları anlayabilirim ve yıkımın ne olduğunu anlattıklarından dolayı teşekkür edebilirim. Yani, kelimelerin bana iyice, derli toplu bir biçimde ulaşmasını istiyorum. Eyvah, eğer bağırmaya başlarsan, daha fazla dinlemeyeceğim. Yıkmak iyi, fakat mantığın tesir ettiği bir sırayla. Yoksa her şeyin anlaşılamaza karardığı tekrar edilemez kaosun içine gireriz. Evet, varsayalım, bir festival gününde bir Cezayirli pazarındaki kafa karıştırıcı bağırışlar sayesinde bile bir şeyler bana ulaşabilirdi, ama ben bu hayata, bu sağı solu belli olmayan ve uçup giden dansa, "yabancının" bu umulmadık görünüşüne alışık değilim. Bu yaşam biçimi anahtarını, tamamıyla yakınlıktan oluşmuş bu dili, benden önce koyman gerekli. Konuş bana, yalvarıyorum sana, böylece; kelime, benim ve dünya arasında zaten var olan göbek bağına dönüşüyor, böylece, hiçbir şey birden kaosun karanlık boyutunun içine atılmış olarak kendini göstermiyor.<br />Bana aşktan bahset, senin aşkından, benim için, mümkün olan her türlü aşktan, en uzak ve anlaması zor olan dâhil, iç sıkıntısıyla süren aşkın şiddetinden, şiddet ve ölümden, ama onu aklın gözleriyle görebilmeme izin vererek, aşkın hapsedilmesinden bahset, çamurlu ve bozulabilir kelimeler dünyasında tutsak edildiğinden. Ondan dikkatlice bahset bana, sana yalvarıyorum, böylece kalbim onun yankılarını taşıyabilir. Sonra, ondan bir yaşam biçimi yapacağım ve gerçekten, bana ondan bahsettiğinden beri, aşk bana yakın olacak ve kendimle beraber onu her yere taşıyacağım, birinin; cebinde birisinin bıçağını taşıması gibi, güvenlik sağlayan ağır bir eşya gibi. Şu diğer ihtimale olduğu gibi, birden gözlerimin önünde kendini gösteren o kadın; şu "yabancı" gibi, gecenin karanlığındaki bir hırsız gibi, burada artık beni çağırmıyor, gece hâlâ benimle konuşabilecek görkemli feryadını terk ediyor.<br />Bana gelecek toplumdan bahset, anarşiden, senin ve benim inandığımızdan, bana onun belirsizlik koşullarını tarif et, öngörülemez insan ilişkilerinin tüm kısıtlamalardan tamamen kurtarıldığından; senin dinginliğinle, inandırıcı kelimelerle, ipini koparıp kaçan; duyguların kışkırtıcılığını anlat bana, bir günden ertesi güne kaybolmayan yıkım için nefret ve arzudan, sonunda geçmişin tüm kâbuslarından farklı olan, toplumun damarlarında akan ve yayılmasını durdurmayan korku ve kandan bahset. Söyle bana, sana yalvarıyorum, ama beni ürkütmeyen bir yolla yap, ondan derli toplu bir şekilde bahset bana, ne yapacağımızı konuş benimle, sen ve ben ve diğerleri ve yoldaşlar ve hiç yoldaş olmadıklarımız, ama bir andan diğerine anlayanlar, hep beraber, kurarak, şimdi biraz, biraz burada, azar azar, her şey hayattayken, yani gerçek hayat, yine güzelleşmeye başlıyor. Fakat bana onu anlaşılabilir mantıkla anlat. Senin içinde haykıranı benim kulağıma haykırma, korkutuyor beni. Onu kendine sakla. İhtiyaçlarını ve fikirlerini -benim fikirlerimle birlikte- düzenleme zorluğunu kendin sürdür. Benim arzularımın her türlü kabulünden seni uzağa yönlendiren boyun eğmez kuvveti kendine sakla, yine de senin kendi bastırılamaz oluşun, aynı benim gibi, tüm düzenlemeye muhalif. Bana tüm bunları söylemeyerek, beni korkutmayı durdurabilirsin.<br /> Yalvarıyorum sana, bana daha fazla endişe edilecek bir şeyler verme.</span></b><span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-weight: bold;"><br /></span><span style="font-weight: bold;"><br /></span><span style="font-weight: bold;"><br /></span><span style="font-weight: bold;">(Alfredo Bonanno)</span></span>Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-49573161239915211362014-03-19T17:13:00.001-07:002014-11-24T12:41:30.357-08:00Bir gün.<b> </b><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="color: #0b5394;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> "Asla mutlu olamayacaksın" dedi iç ses. Haksızdı. Olamamak değildi ki benim sorunum, sadece mutlu olmak istemiyordum.</b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span></span><br />
<span style="color: #0b5394;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Pazar sabahı uyandım ve kendime bir kahve yaptım. Hayatımdaki herkes uyuyordu. Televizyonda yine direnişlerden ve eylemlerden bahsediyorlardı, kapattım. Son zamanlar kimsenin sesini duymak istemiyordum. İsteksizlik hastalığı diye bir şeydi sanırım. Rejimim bozulmuş, artık kendimi tanıyamıyordum. Pazarları sevmemin tek nedeni pencereden baktığımda sokağın sessizliğiydi. Küçük çocukların sesi yankılanıyordu odamda ara sıra. Bir gün büyüyüp şu sokağı hatırlamayacaklardı bile. Bir gün kocaman olup ölümü düşüneceklerdi. Belki de bazıları büyümeden ölümü tadacaklardı. Yaşamaktan çok daha fazla sevdim ölümü. Huzur istiyordum ve ölüm bana huzur getirecekti. Yapamadım. Cesaretsiz, korkak ve halsizdim.<br /> </b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Çocukken ölmek en güzel şey, insanların çirkin yüzünü görmeden, ihanete uğramadan, ailenin dağılmasını göremeden, mutsuzluğu tatmadan, kaybetmeden ölmek, bir süpermen gibi ölmek.</b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Bir gün uyanacak herkes ve ölüler olacak sadece, ölüler yaşayacak.</b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Sırt çantamı alıp dışarıya çıktım, içi boştu, tıpkı benim gibi. Ne yapmak istediğimi bilmeden yürüdüm. Farkında olmadan Bebek sahiline geldim, deniz kokusunu aldığımda başımı kaldırmıştım. İnsanlar mutlu gözüküyor, hallerinden memnunlar. Yaşıyorlar.</b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> </b></span></span><br />
<span style="color: #0b5394;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Bir banka oturdum ve 3 saat boyunca ağlayarak bir paket sigara bitirdim. Kokumdan tiksindim, yine kendimden iğrendim.<br /> </b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Bir köpek yaklaştı bana, tasması olduğunu farkedince etrafıma bakıp sahibi aradım. Köpek ayaklarımın altında bana yapışıp yere yattı ve oracıkta uyuya kaldı. Sanırım çok yaşlıydı ve yorgundu.<br /> </b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Yarım saat sonra aniden bir ses duydum, denizi izleyerek yine ölüm hayallerine dalmıştım, irkildim. Genç bir beyefendi,30lu yaşlarında, bana yaklaşıyordu. Gülümseyerek selamlaştık ve yanıma oturdu. Çok tatlı gülümsüyordu lakin yüzünde yaşadığı acıların kırışları belli oluyordu. "San adına özür dilerim, rahatsız ettik." dedi ve yine hafif gülümsedi. Ben ise köpeği izleyerek, ayağımda nefes alışını hissediyordum. Adam bana kendini tanıttı, bunun bir önemi yoktu benim için. Eğilip köpeği uyandırmak istedim ama yapmadım. Bir taraftan da oradan koşarak uzaklaşmak istiyordum. Kendimden utanıyordum.<br /> </b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Adamla çok az muhabbet ettik. Bana denizde boğuluyormuşcasına bakıyorsun dedi.Gülümsedim ve yine gözlerimi denize doğru çevirdim. Köpek aniden kafasını kaldırıp bana baktı. "Sanı ilk kez böyle görüyorum, asla yabancı birisine bu kadar yaklaşmaz, biraz korkaktır benim oğlum." dedi adam. Şaşırdım. Huzuru düşündüm. Adamla hiç konuşamıyordum. Kelimeler ağzımdan çıkmak istemiyordu, çok karışıktı kafam.<br /> </b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Ayağımda artık bir şey hissetmiyordum, aşağıya eğildim, köpeğin kafasına dokundum ve sevmek istedim ama yapamadım. Köpek nefes almıyordu sanki. Elimi yüzüne doğru götürdüm ve, evet, köpek huzura kavuşmuştu. Adama doğru yüzümü çevirdim, bembeyaz olmuştum, nefes almakta zorlanıyordum, "Üzgünüm" kelimesi fırladı ağzımdan. Adam yerinden sıçradı, köpeğine sarıldı. Bağırma sesi bütün sahile yankılanıyordu. Çok sarsılmıştı. Ben ayağa kalktım ve özür dileyerek oradan uzaklaştım.</b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Çok insansızdım. Çok kabaydım, çok kötüydüm. Çok yalnızdım ve herkesi yalnız bırakıyordum.<br /> </b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Ben ölümü düşlerken, ayağımın altında köpek uyudu ve öldü. Ben Azraildim, ölüm bendim, öldüren bendim.</b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Ölmeliydim...</b></span></span><br />
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-53148639309263297522014-02-16T14:00:00.002-08:002014-11-24T12:42:19.228-08:00"Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında."<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZClWNnpj7KYYFZPI9gh4bpb9DDbfJPxrgi1hyphenhyphena-gD91p1SxdvK5pzQcvMDGVACGv7cDMbqkiwRkq2XjOr43PvvK4M-FZ6BPJyhbq7Bj_6DQkFgfnVREfT55snpdd-EB9kJqhwVqFoVec/s1600/1959674_10152296161946018_178618086_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZClWNnpj7KYYFZPI9gh4bpb9DDbfJPxrgi1hyphenhyphena-gD91p1SxdvK5pzQcvMDGVACGv7cDMbqkiwRkq2XjOr43PvvK4M-FZ6BPJyhbq7Bj_6DQkFgfnVREfT55snpdd-EB9kJqhwVqFoVec/s1600/1959674_10152296161946018_178618086_n.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<b><u><br /></u></b>
<b><u><br /></u></b>
<b><u>Alıntılar:</u></b><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><b><i><span style="color: #0b5394;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">"Yağmur yağar ve çiçekler açar. Yağmur yoksa kururlar. Kertenkeleler böcekleri yer, kuşlar da kertenkeleleri. Ama sonunda hepsi ölür. Ölürler ve toprağa karışırlar. Bir nesil yok olur diğeri devralır. Düzen böyledir. Bir sürü farklı yaşam şekilleri. Ve farklı ölüm şekilleri. Nihayetinde hiçbir şeyi değiştiremezler. Geriye sadece bir çöl kalır."</span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> "Hayallere dalmak yasaktı. Yaptığım işe konsantre olmak için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım.Yüzümü yıkarken, yıkamayı düşündüm; müzik dinlerken, tek odağım müzikti. Hayatta kalmamın tek yolu buydu."</span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> "...havuza gidip her zamanki gibi iki bin metre yüzdüm. Bir balık olduğumu düşledim. Basit bir balık, yüzmek için bile düşünmek zorunda olmayan bir balık."</span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> "Her gün güneşin doğuşunu, sonra da batışını izliyorsun ve içinde bir şey yitip gidiyor. Sabanını bir kenara atıp kafan boş bir şekilde batıya doğru yürümeye başlıyorsun. Güneşin batısındaki bir yerlere doğru. Takıntılı biri gibi ara vermeden, yemeden, içmeden yere yığılıp ölene kadar yürümeye devam ediyorsun. İşte bunun adı Sibirya Histerisi."<br /> </span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">"Mutlu olduğumu söyleyebilirsin. Yine de seninle tekrar karşılaştıktan sonra bir şeyin eksik olduğunu fark ettim. Asıl soru neyin eksik olduğu. Bir şeyler noksan. İçimde ve hayatımda. O parçam sürekli aç,sürekli susuz."<br /> </span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> "Hafıza ve duyular bu kadar belirsiz ve her yöne eğilimli olduğundan, olayların gerçekten yaşandığını ispatlamak için daima belirli bir gerçekliğe -alternatif gerçeklik diyelim- güveniriz. Belli bir şekilde algıladığımız olaylar ne dereceye kadar biz onları öyle adlandırdığımız için öyledir bilmek mümkün değildir. Bu nedenler gerçekliğe gerçeklik diyebilmek için başka bir gerçekliğe gereksinim duyarız. Ama bu başka gerçeklik temel olarak üçüncü bir gerçekliğe ihtiyaç duyar. Bilincimizin sınırları içinde sonsuz bir zincir yaratılır ve gerçekten burada olduğumuz duygusunu veren, var olduğumuzu söyleyen zincir buradan beslenir. Fakat bu zinciri koparacak bir şeyler olur ve zarar görürüz. Gerçek nedir? Zincirin kopan tarafının burasındaki mi? Ya da orada, diğer tarafındaki mi?"</span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> "...en küçük parçasına kadar boşaltılan bir oda gibi, ifade diyebileceğiniz her şeyin ortadan kaldırılıp geriye hiçbir şey kalmaması. Yüzünde herhangi bir duygunun kalıntısı yoktu,derin bir okyanusun dibi gibi durgun ve ölüydü...Yüzünde şu vardı: mutlak boşluk."</span></span></i></b>Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-50037974420259016572013-12-26T13:59:00.005-08:002014-11-24T12:43:19.847-08:00“Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0lGuy35K9qrjP6RYoT9EvCQPlAdhEnnCKg2ovZjxlJFyKV5FaeGoulfp7J0wzAFsodws64DM9mI9oag9KF0WfZliJdBAez2FbOfxfCrt3H8tctZKxmRjB-iAYO6p85CU9Yk1WfuIfy8k/s1600/32440.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0lGuy35K9qrjP6RYoT9EvCQPlAdhEnnCKg2ovZjxlJFyKV5FaeGoulfp7J0wzAFsodws64DM9mI9oag9KF0WfZliJdBAez2FbOfxfCrt3H8tctZKxmRjB-iAYO6p85CU9Yk1WfuIfy8k/s320/32440.jpg" height="320" width="202" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /><br /> “Bin dokuz yüz seksen dört” kitabı hem psikolojik,hem siyasi,hem tarihsel,hem bilim-kurgu,hem de gerçekçi tarzda yazılmış bir romandır.Kitabı okuduğumuzda yazarın aslında günümüz olaylarını açık şekilde yüzümüze çarptığını ve şimdiki zamanı daha baskıcı bir şekilde tasvir ettiğini görüyoruz.Orwell,yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Anlattığım toplumun bir gün mutlaka gerçek olacağına inandığımı söyleyemesem de, ona benzer bir toplumun gerçek olabileceğine inandığımı söyleyebilirim.” Kitap her ne kadar Stalin dönemindeki sosyalizm rejimini ve barbarlığın temsilcileri sayılan neo-Nazizm’e karşı eleştirisel bir şekilde yazılmış,fakat okuyup bitirdiğimizde şimdiki büyük devletler sisteminden bir farkı olmadığını açık şekilde görmekteyiz.Erich Fromm’un yorumu aslında kitabın bize vermek istediği mesajı vurgulamaktadır. “George Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü, bir ruh halinin dile getirilmesi ve bir uyarıdır.Dile getirilen ruh hali,insanoğlunun geleceğine ilişkin handiyse bir umarsızlık,uyarı ise,tarihin akışı değişmediği sürece dünyanın dört bir yanındaki insanların en insani niteliklerini yitirecekleri,ruhsuz otomatlara dönüşecekleri,üstelik bunun farkına bile varmayacaklarıdır.Orwell,bizi uyarmak ve uyandırmak ister.Hala umudu vardır; ama Batı toplumunun daha önceki evrelerindeki ütopyaların yazarlarının tersine,umarsız bir umuttur bu.Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ,bize bu umudun ancak,bugün tüm insanların karşı karşıya oldukları tehlikenin,bireyselliği,aşkı,eleştirel düşünceyi tümden yitireceği gibi,bunu ayırtına bile varamayacak bir otomatlar toplumu olup çıka tehlikesinin farkına vararak kavranabileceğini öğretir.”<br /><br /><br /> Gelelim kitabın ütopyacı hikayesine,olayların geçtiği yer olan “Okyanusya” adında bir devlet sürekli Avrasya ya da Doğu Asya ile savaş halindedir. Burada baskıcı,totaliter bir rejim uygulanmaktadır ve özgürlüğün tümden ortadan kaldırıldığı,toplumun iktidar tarafından maruz kaldığı yönetsel,dinsel,dilsel,ahlaksal,eğitsel ve bunun gibi baskılar sonucu düşünmenin bile suç olduğu inanlar arasında bu cesareti toplayan baş kahramanımız Winston Smith adında bir parti içi çalışanıdır.Winston Smith sürekli geçmişi kurcalamakla meşgul,eski dönemlere ait hatıralarını kafasında canlandırmakta ve yaşadığı döneme nasıl geldiği sorusu sürekli kafasını kurcalamaktadır.Düşünce polisi olduğunu düşündüğü,fakat tanıştıktan sonra yanıldığını gördüğü ve aynı kafadan olan bir kızla tanışır.İlişki gizli bir şekilde yürütülmektedir,çünkü sistem duygu,istek gibi şeyleri çökertmeye çalışmaktadır. “Büyük birader” adlı kurgulanmış bir diktatör vardır ortada,herkes onu “sevmek” zorundadır.Kitabın sonunda hiç beklemediğimiz gibi Smith,mücadelesine rağmen bu rejime yenik düşer ve Büyük biraderi “sevdiğini” söyler.<br /><br /><br /> Toplum,günümüz kelimesiyle “beyni yıkanmış” bir vaziyyetde yaşamını sürdürmektedir. Bu devletin “Savaş Barıştır.Özgürlük Köleliktir.Cehalet Güçtür.” sloganı aslında tolumun halini özetlemiştir. Cehalet içinde bırakılan halk, “cahil cesareti” diyebileceğimiz cesaretle,özgür olduğunu düşünerek,ancak özünde bir köle olarak hareket etmektedir ve gözünün önünde olan biten yanlışları,yalanları,dolanları,aptallığı görmezden gelebilmektedir.Devamlı olarak manipüle edilen,yönetilen,kendi düşünce yapısı olmayan,düşüncelerin hepsi iktidar tarafından sunulan ve bunları sorgusuz sualsiz kabul edip savunan bir toplumdur.Her zaman koyun gibi güdülmeye mahkumdur ve karşı çıkma,eleştirme olanağı yoktur çünkü üst sınıf,yani iktidar tarafından cahil bırakılır,ancak bu ustalıkla yerine getirildiği için alt sınıf,yani toplum buna hiçbir zaman karşı çıkmaz.Romanda “düşünce suçu” diye bir kavram vardır.İktidarın vatandaşı kendi söylediğine inandırma ve öyle düşünmesini sağlama yöntemi, var olan bir gerçeğin çarpıtılarak yüksek rütbeli kimseler tarafından nasıl söyleniyorsa öyle olduğunu kabullenmektir.Önce geçmiş bir yalanla yeniden yazılır,ardından bu yeniden yazma sanki asında var olan gerçek olarak görülür ve vatandaş buna inandırılır,ikna edilir.Buna karşı gelmek de bir düşünce suçudur.Kitabın baş karakteri Smith de makineleşmeye,duygusuzlaşmaya,mantık ve düşünceden uzak kalışa dayanamaz ve isyan eder.Hikaye boyunca kahramanın beynini bir çok sorunun çürüttüğünü ve düşüncelerin artık dışarıya çıkmasına izin verilmesi gerektiğini düşünerek hareket etmeye başlar.Pek başarılı olmasa da,en azından özgürlüğün,eşitliğin ortaya çıkmasını ister. George Orwell aslında bu kitapta “özgürlük,eşitlik,medya” gibi kelimeleri yok etmiştir denebilir. <br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /> Günümüze geldiğimizde yine aynı sistemin var olduğunu bence açık bir şekilde görmekteyiz.Dünya’yı ele almaya çalışan güçlü devletler,baskıcı ve diktatörlüğü tercih eden ülkeler,sürü şeklinde yaşamaya çalışan toplum,beyni yıkanmış cahil insanlar ve orada birkaç meydanda özgürlüğü,eşitliği savunup totaliter rejime karşı gelen,gün geçtikçe de sayısı çoğalan “Winston Smith”ler.</b></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div>
<div id="ftn1">
<div class="MsoFootnoteText">
<br /></div>
</div>
</div>
<b><span style="font-size: 24pt;"><br /><!--[endif]--></span></b>Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-49570529235536231122013-12-26T13:42:00.003-08:002013-12-26T13:49:29.234-08:00Bilinçaltımdaki reklamlar.<h2>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_HrwQ6fN9CwmzLbyOZP15vku1RLufeEx9Eb_3W7hQLjsXvXrQQsBw6u5_L96desvfJthLIohkO3OuCVDiw86i2avJINbf85AGGRfST7bCCIx90VXGfvpmW596Qk3uGD_E04DBGC0cpLw/s1600/428602.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_HrwQ6fN9CwmzLbyOZP15vku1RLufeEx9Eb_3W7hQLjsXvXrQQsBw6u5_L96desvfJthLIohkO3OuCVDiw86i2avJINbf85AGGRfST7bCCIx90VXGfvpmW596Qk3uGD_E04DBGC0cpLw/s320/428602.jpg" width="203" /></a></div>
</h2>
<h3>
Robert Heath:</h3>
<div>
<span style="font-size: 12pt;">“Robert Heath,Unilever ile kariyerine başladı ve 24
yıllık bir süre içinde on farklı reklam ajansları için hesap planlayıcısı
olarak çalıştı.1999 yılında reklam ilgi düşük seviyelerde bizi nasıl
etkileyebileceğini açıkladı,Düşük Dikkat İşleme teorisini geliştirdi ve 2001
yılında onun en çok satan monografi Reklam Gizli Güç adlı kitabını yazdı.2006
yılında doktorasını tamamlamıştır ve çok sayıda bilimsel dergi makaleleri
yazarıdır.O da son on yıl içinde 70 seminer ve açılış konuşmalarının üzerinden
teslim olan,başarılı bir konuşmacıdır.Karısı ve kızı ve iki siyah Labrador ile
İngiltere'de bir 15th Century Mill’de yaşıyor.”</span></div>
<h2>
<u><br /></u></h2>
<h2>
<u><br /></u></h2>
<h2>
<u>Reklamlar bizi nasıl etkiler?</u></h2>
<span style="font-family: inherit;">Reklamlar gün geçtikçe hayatımızın bir parçası haline gelmiştir,fakat neden bu kadar etkili olduğunu anlamak biraz karışık ve zordur. Bu kafa karışıklığının nedenleri üzerine yapılan açıklamalardan biri reklamların sıklıkla mantığı iflas ettiriyor oluşudur. ”Reklam endüstrisindeki yaygın inanca göre hoşlandığımız reklamlar hoşlanmadıklarımızdan daha etkilidirler,çünkü insanlar bunları izlemeyi daha fazla istemektedirler(Biel,1990). Ama bazı vaka ve deneylerin,bunun her zaman böyle olmadığını gösterir,başarılı reklam en sevilen,en nefret edilen,en yeni olan değil;radarımızdan kaçarak biz farkına varmadan bizi etkileyecek kadar basit olan reklamlardır. İnsanlara reklamcılık hakkında sorular sorulduğunda herhangi bir reklamı anımsamakta genellikle zorlanırlar.Genellikle eski ünlü kampanyaları hatırlarlar.Amerika’da Coca Cola,American Express gibi,Birleşik Krallık’ta sorduğunuzda ise daha çok bira,Heineken,Guiness gibi reklamlardan bahsederler.</span><br />
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<h3>
"Coca-Cola" reklamı:</h3>
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/1VM2eLhvsSM?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<span style="font-family: inherit;"> Önemli vakalardan bir tanesi,’O2’ adlı cep telefonu operatörü olan ve sadece bu reklamları sayesinde pazarda lider olarak bilinen markanın başarısıdır. Reklamları çok basittir,mavi sular içinde uçuşan hava kabarcıkları ve arka planda çalan hareketli müzikler kullanılmıştır,sonunda yer alan gizemli mesaj ise; ”O2,neler yapabileceğinizi görün” olmuştur.İnsanlar reklamları anımsamamalarına rağmen O2 ile ilgili ne mesaj verildiği konusunda hiçbir fikirleri olmadığını söylemekteydiler(Heath,2013,s.20-21).</span><br />
<div>
<h3>
<span style="font-size: 12pt;"><span style="font-family: inherit;"> "O2" reklamı:</span></span></h3>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/G64yTbNRSkI?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
Görünüşte son derece uysal görünen bu reklamlar,görevlerini bilinçaltımızı “baştan çıkararak” gerçekleştirirler. Bir reklam ne kadar az dikkat çekici ve yaratıcı ise;bilinç altımız o kadar kolay baştan çıkıyor,aksi takdirde dikkatle analiz edip,antitez üretiyoruz ve üründen uzaklaşıyoruz.</div>
<div>
<span style="font-size: 12pt;">Reklam genellikle bir şirketin bizleri bir şeyi
satın almaya ikna etmek istemesiyle başlar.Sistematik satış etkinliğine yönelik
çalışmaların tarihi en az 100 yıla dayanır.On dokuzuncu yüzyılın sonunda
St.Elmo Lewis adında bir satışçı şöyle bir formül geliştirmiştir:Dikkat
çekin,ilgi uyandırın,istek uyandırın,satışı kapatarak eylemi
gerçekleştirin(Heath,2013,s.35-36).Tüm dünyada
AİDA(Attention,İnterest,Desire,Action-Dikkat,İlgi,İstek,Eylem) kısaltmasıyla
bilinen bu model reklamcılıkla ilgili ilk formel model olarak kabul edilir(Barry&Howard
1990).Geleneksel ikna etme modelinde reklamlar ilgili çekmekte ve bir veya
fazla ikna edici mesaj iletilmektedirler.Bu mesajlar markaya dair inanışları
değiştirmekte,bu değişim ise tutumları ve dolayısıyla da davranışları
değiştirerek markanın satın alınmasını sağlamaktadır.Fakat ünlü bir psikolog
Herb Krugman aslında reklamların </span><span style="font-size: 12pt;">insanların davranışlarını değiştirmediğini ve
dolayısıyla ikna edici olmadığı fikrini ortaya artmış.Onu daha sonra
destekleyen istatikçi Andrew Ehrenberg de aynı fikirde olup,insanların
reklamları aslında çok umursamadığını reklam endüstrisine aktarmıştır(Heath,2013,s.58).Verilere
göre özellikle televizyon reklamlarını tüketmek yerine,bir çok nedenlerden
dolayı onlardan kaçınma eğiliminde olduğumuzu ortaya koymaktadır.Zaman
ilerledikçe aslında bizlerin reklamlarla ilgienmemesinin nedeni,onlardan yeni
ve ilgi çekici herhangi bir şey öğrenmeyeceğimizden emin oluşumuzdur ve
reklamlar arttıkça onlardan sıkılmamızdır.Reklamları göz ardı ederek bunların
bizi hiç etkilemeyeceğini varsaymaktayız.</span></div>
<div>
<span style="font-size: 12pt;"> </span></div>
<div>
<span style="font-size: 12pt;"> </span>Reklamcılığın bizi etkilemesinin
en büyük payı tabi ki zihnimize düşüyor.Reklamları işlerken öğrenme ve dikkatin
nasıl etkileşime girdiğine odaklanmaktadır(Heath,2013,s.93).Yalnızca
dikkatimizi nereye yönelttiğimizi değil belirli bir zamanda ne kadar dikkat
sarf ettiğimizi de göz önüne almamız gerekmektedir.Reklamlara hiç dikkat
etmesek bile öğrenmemizi sağlayan bir bellek sistemi vardır ve bu sistemin adı
“Örtülü Öğrenme’dir”(Heath,2013,s.98).Reklamları zor anımsamamızın ve kolayca
unutmamızın nedeni olayları ve nesneleri anımsamak için kullandığımız açık
belleğimizin son derece sınırlı olmasıdır.Fakat aynı zamanda bitip tükenmez ve
son derece dayanıklı örtülü bir belleğe sahibiz ve bu örtülü bellek örtülü
öğrenme tarafından beslenerek algıladığımız her şeyi depolar(Heath,2013,s.100).Robert
Heath’e göre örtülü öğrenmenin reklamları işleme ve bilgileri saklama
sürecimizde en büyük yer tutuyor.Rahat ve pasif izlenen reklamlar,heyecanlı ve
aktif izlenen reklamlara göre daha çok şey öğretiyor.Enteresan olan,sesli bir mesaj ilgisiz bir görüntü ile verildiğinde,
ilgili bir görüntü ile gösterildiği duruma göre daha fazla öğreniliyormuş.Sebebi
de ilgisiz görüntü mesajda dikkat dağınıklığına sebep oluyormuş ve mesaja
karşı direnci düşürüyormuş.Reklamcılar dikkatimizi çekmeye çalışırken ortaya
çıkan sorunlara odaklanmaktadırlar.Buradaki sorun reklamlara ne kadar dikkat
gösterirsek verdikleri mesajla o kadar fazla mücadele etmemiz ve bunu daha az
ikna edici bulmaya başlamamızdır.Daha sorunlu bir başka özellik ise
zihinlerimizin çok fazla dolmasını engelleme için algısal filtreleme adı
verilen bir mekanizmaya sahip olmamızdır.Yani bir reklamdan herhangi bir şey
öğrenmeyeceğimizi düşünmemiz durumunda hoşumuza giden parçaları alırken
hoşumuza gitmeyenleri reddedecek olmamızdır.(Heath,2013,s.141) </div>
<h3>
"British Airways" reklamı: </h3>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/Yxbgm9Bmkzw?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<span style="font-size: 12pt;">Duygu ve his kelimeleri çoğumuz için aynı anlam
ifade etmektedir,bizi duygusallaştıran hislerimizdir.Psikolojide ise genellikle
bunun tam tersinin geçerli olduğu düşünülür:Duygusal tepkiler hislerimizi
oluşturan şeylerdir.Neden duygulara sahibiz?Her şeyden önce hayatta kalmamız
için son derece önemli unsurlardır.Duygularımız var olmasaydı biz de var
olmazdık.Duygular ve hisler arasındaki farkı herkesten daha iyi bilebilecek
kişi Antonio Damasio’dur.Duyguların yalnızca bedenimizin sağlığı için
değil,toplumun sağlığı açısından da önemli olduğunu ileri
sürer(Heath,2013,s.159).Başkalarının duygularını gözlemle konusunda son derece
hassasızdır ve bazen karşımızdaki kendisi bile fark etmeden ifadesinden nasıl
hissettiğini anlayabiliriz.Bu gözlem becerisi davranışlarımızı düzenlemek
açısından büyük önem taşır.Duygusal içeriğin dikkat seviyesinde %20lik bir
düşüşe sebep olduğu yazılmış bu iyi bir şey çünkü içeriğin işlenmesi, filtreleme
ve karşı sav ile negatif etkilenmiyor ve satışlar daha başarılı oluyor.</span><span class="apple-converted-space"><span style="font-size: 12pt;"> </span></span><span class="color14"><span style="border: 1pt none windowtext; font-size: 12pt; padding: 0cm;">İnsanlar
odada yalnız değillerse reklamı daha fazla göz ardı ediyorlarmış, geç saatte
odayı terk edemeyecek kadar yorgunlarsa da reklamı seyretmeyi tercih
ediyorlarmış.</span></span><span style="font-size: 12pt;">Zihnin bedenden ayrı bir varlık olmadığı gibi zihni
yaratanın da beden olduğunu ileri sürüyor ve duyguların insanın karar almasında
nasıl etkili rol oynadığını anlatıyor.Heath’e göre düşündüğümüzden çok daha fazlasını
algılayabiliriz ve bu aynı zamanda reklam başta olmak üzere bazı iletişim
biçimleri karşısındaki zaafımızı da açıklayan bir durumdur(Heath,2013,s.174).</span></div>
<div>
<span style="font-size: 12pt;"><br /></span></div>
<h3>
<span style="font-size: small;">"Levi's" reklamı:</span></h3>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/iA4T4n0OzeY?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div>
<span style="font-size: 12pt;"><b><br /></b></span></div>
<div>
<span style="font-size: 12pt;"> </span>Davranışlarımızın reklamlarda
yer alan duygulardan nasıl etkilendiğinizi anlayabilmemiz için öncellikle kararlarımızı
nasıl aldığımızı anlamamız gerekir.Duygularımızın etkisi o kadar fazladır ki
duygularımızın onaylamadığı hiçbir kararı veremeyiz.Eğer bir kararla ilgili
düşünecek zamanımız yoksa duygularımız bunu sezgisel olarak bizim yerimize
yapar.Bu da reklamlarda kullanılan duyguların kararlarımız üzerinde sanılandan
çok daha fazla etkili olduğunu ortaya koyar(Heath,2013,s.240).Psikolojik olarak
insanı zorlayan aşırı fazla seçenek olduğu için karar vermek de o kadar zor
gelmektedir.Reklamların yeni ürünlere yönlendirme ne kadardır bilinmez fakat
bazılarımız için markalar gibi cansız nesnelere sevgi gibi duygular
beslediğimiz göz önündedir.Örneğin erkeklerin arabalara duyduğu aşırı yakınlık.<span class="color14"><span style="border: none windowtext 1.0pt; mso-bidi-font-size: 13.5pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;">Herşey duygusal meta ile
başladığından markayla ilgili hissettiklerimiz, ilişkilendirilen duygusal
değerler ile ilgili.Olumlu duygusal içerikten hoşlanırız ve hoşlandığımız şeye
güven duyarız.Reklamlara dikkat ettiğimiz durumlarda, vermek istediği mesaja
karşı tez oluştururuz. Ne kadar hoşlanır ve güvenirsek o kadar az karşı tez
oluştururuz.Gelelim vücut dilimizin karar vermemizdeki etkisine,Robert Heath’e
göre her şey duygusal bir meta iletişim içeriğiyle başlar.Bu reklam boyunca
mevcut olan ve markayla ilgili hislerimizi etkileyen bir duygu olabileceği gibi
reklamın bir bölümüne iliştirilmiş ve markayla ilişkilenen duygusal değerler de
olabilir.Dolayısıyla birbirine benzer iki marka arasında tercih yapmamız
gerektiğinde daha çok hoşumuza gideni seçiyor olacağız(Heath,2013,s.257).</span></span></div>
<div>
<span class="color14"><span style="border: none windowtext 1.0pt; mso-bidi-font-size: 13.5pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;"><br /></span></span></div>
<h3>
"Dove self-esteem" reklamı:</h3>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/zLukym1np8E?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<p:colorscheme colors="#0066cc,#ffffff,#003b76,#ccecff,#33cccc,#66ccff,#ffffcc,#ffcc66">
</p:colorscheme></div>
</div>
<div>
Bir reklamın bilinçaltımızı baştan çıkardığının farkına varmak kolay değildir.Reklamların bilinçaltımızı baştan çıkardığını anlamanın bir yolu açıkgözlü olmaktır.Kendinizi bir markayı nedensiz yere beğenir ya da tercih ederken bulduğunuzda sizi etkileyenin ne olabileceğini anlamaya çalışın(Heath,2012,s.303).Reklamlar hayatımızın bir parçası olmuş ama sandığımızdan çok daha fazla itilmiş bilgiyle bilinçaltımızı donatıyoruz.Farkında olmadan her türlü dış uyarandan da fazla etkileniriz.Sürekli yeni markalar,markaların yeni ürünleri ve bu ürünlerin yeni reklamları ortaya çıkmaktadır.Bu reklamlardan bizim ne kadar yarar ya da zarar görmemiz çok önemlidir.</div>
<h3>
"Heineken" reklamı:</h3>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/BFn-jSSrBPQ?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<p:colorscheme colors="#0066cc,#ffffff,#003b76,#ccecff,#33cccc,#66ccff,#ffffcc,#ffcc66">
<div class="O" v:shape="_x0000_s1026">
<div>
</div>
<br /> Robert Heath bir çok vaka ve deneylerle,reklam örneklerini inceleyerek bilinçaltımızda ne gibi etkiler yaratdığını ve bu etkilerden doğan davranışları ortaya koymaktadır.Bu kitap sayesinde birçok insanın bilinçaltını baştan çıkaran reklamcılık yöntemleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olacağını düşünüyorum.Reklamların kararlarımızı üzerinde bilinçaltı ya da bilinçli biçimde nasıl etkili olabildiğini bilmek önemlidir bence. </div>
</p:colorscheme></div>
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-7580860835861660522013-11-18T14:48:00.001-08:002014-11-24T12:44:54.843-08:00Kaçırdım.<div class="separator" style="clear: both;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgu4UmgkDL268HdFucQ3nEpAOjGKdmc7ZLrALxt8j9xCXlO5skN7dnMmDSVQJ69lBYCMnvEOo7s2DVFQEjKfCjUkjXhRHcJkDvyL6VNW7qmLg2Csb2FYnbxxdiztZsmulVh6beTY-LGdhU/s640/blogger-image-504457228.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgu4UmgkDL268HdFucQ3nEpAOjGKdmc7ZLrALxt8j9xCXlO5skN7dnMmDSVQJ69lBYCMnvEOo7s2DVFQEjKfCjUkjXhRHcJkDvyL6VNW7qmLg2Csb2FYnbxxdiztZsmulVh6beTY-LGdhU/s400/blogger-image-504457228.jpg" width="213" /></a><b style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Yıldızları sayardık ya hani beraber,ellerimizle çizerdik gökyüzündeki şekilleri,o an yıldızlar umrumda değildi ki benim,elimden tutuşunun heyecanını yaşıyordum ve hep elimi böyle sımsıkı tutacak mısın diye düşüne dururdum.Gecenin sessizliğinde nefes alışını dinlerdim,bir de sarıldığımda kalp atışların eklenirdi müziğe,bir şarkıyı canlı dinlermişcesine huzura kavuşurdum.Hava serindi,ara sıra rüzgar eser ve senin saçların karışırdı,isyan edermişcesine.Gözlerini sakin bir şekilde açar,saçlarını ellerinle geriye doğru tarardın,bunu izlemeyi öyle çok severdim ki,saçların yüzüne döküldüğünde sana dokunmaktan korkardım.Karanlık hüzün getirirdi bana,sanki sabah olacak ve senin kokunu bir daha asla bulamayacağım diye çok söverdim geceyi.Kendimi unuturdum hep,seyretmek istiyordum seni sessizce,severek.</b></div>
<div style="margin: 0px;">
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /> Fazla mı duygularım coşmuştu acaba?Çok mu sevgiden bahsetmiştik?Ne olmuştu bana?Ah şu belirsiz sorular,çürütüyorlar beynimi.Kurtulacağım hepsinden,atacağım kafamdan bu saçmalıkları.<br /><br /><br /><br /><br /> Ben sana "Gel." dememiştim eminim,sen zaten hiç gelmemiştin ki.Hep uzakta bir yerdeydin,mesafeler bataklığındaydın,zaman seni alıyordu benden gizlice.Bitiyordum sanki,üzülmüyordum ama dünyadan kopuyordum.<br /><br /><br /><br /><br /> Sanırım fazla abartmışım,içkiyi değil be deli,sevgiyi.<br /><br /> Belki de kendimi kaçırmıştım.<br /><br /> Yoksa hepsi hayal miydi?!</b></span></div>
<div style="font-family: Helvetica; font-size: 12px; margin: 0px; min-height: 15px;">
</div>
<div style="font-family: Helvetica; font-size: 12px; margin: 0px; min-height: 15px;">
</div>
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-4373507189591075112013-09-13T13:48:00.005-07:002014-11-24T12:45:35.081-08:00Zamanın ritmi.<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /><br /><br />Saklı bir şey vardır her insanın içinde,<br />Biliyor musun arkadaş, ne olduğunu onun?<br />Dayanandır o, bir milyon yıldır darbelere<br />Ve sonuna dek de dayanacak olan.<br />Önce doğdu o, takvimlerden,<br />Ve büyüdü ötesinde yaşamın,<br />Kesti zehirli sarmaşıklarını şeytanın<br />Bir bıçak gibi, dehşetli yangın.<br />Oydu harlayan ateşleri, yokluğunda ateşin<br />Ve tutuşturdu aklını insanın,<br />Su vererek çeliğine kurşunlanmış yüreklerin,<br /> Başladığı andan beri zamanın<br />Süzüldü sularından Babil'in,<br />Kayıplardayken herkes,<br />Haykırdı kıvranarak ıstırapla,<br /> Ve gerildi kanayarak çarmıha.<br />Aslan ve kılıçla öldü Roma'da,<br />Küstah, zalim düzende,<br />Ölümcül kelime Spartaküs olduğunda,<br />Appian Yolu boyunca.<br />Yürüdü Wat Tyler'in yoksullarıyla,<br />Korku saldı efendiye ve krala,<br />Süslenmişti onların ölümcül bakışlarıyla,<br />Hep yaşayan bir şeymişçesine.<br />Gülümsedi kutsal masumiyette,<br />Geçmişin conquistador'larından evvel,<br />Mütevazı, uysal ve bihaber,<br />Altının ölümcül kuvvetinden.<br />Taştı hazin Paris sokaklarından geleceğe,<br />Ve bastı köhne Bastille'i,<br />Yürüdü üzerine engereğin başının,<br /> Ve parçaladı onu, altında topuklarının.<br /> <br />Düştü kan içinde, Bufalo Çayırları'nda,<br />Ve açlıktan öldü yağmur aylarıyla,<br />Gömüldü kalbi Yaralı Diz'e,<br />Ama gelecek yine, yeniden doğmaya.<br />Çınladı haykırışları Kerry gölleri boyunca,<br />Diz çökmüşken toprağın üzerinde,<br />Ve düştü bir muhteşem direnişte,<br />Vurduklarında onu soğukkanlılıkla.<br />O her umut ışığında vardır,<br />Ne mesafe tanır, ne de sınır,<br />Doğmuştur kızılda ve karada ve beyazda,<br />Orada tüm ulusların içinde.<br />Yatar ölmüş kahramanların kalplerinde,<br />Haykırır tiranların gözlerinde,<br />Yetişmiştir yüksek doruklarına dağların,<br />Ve gelir oturmaya göklerin karşısında.<br />O aydınlatır, bu hapishane hücresini,<br />O çakar, şimşek gibi kudretini,<br />O, "yıldırılamaz düşünce"dir arkadaşım,<br />Ve o düşünce der ki: "Ben haklıyım!"</b></span><h2>
<i>
<span style="color: #bf9000;"><br /></span></i></h2>
<h3>
<span style="color: #bf9000;"><i>(Bobby Sands,Long Kesh Cezaevi Kompleksi, H-Blok)</i></span></h3>
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-46957925360179541002013-05-26T14:04:00.004-07:002014-11-24T12:46:24.070-08:00"Yalnız Gezerin Düşleri."<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJWkJ3lg7-DWkR37PIxEA6-M7Oxmq7MNBgxA7kKk-gohE5FdqDhp2TEhdYAAwLZDLrKwFz90l1zalnyoX1vPpDpQzUyUCXcvLrr9vR-gQHTaJVlFltGyonlUwmdvIajFpJ2E0o-Bbmzpc/s1600/9786055752507.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJWkJ3lg7-DWkR37PIxEA6-M7Oxmq7MNBgxA7kKk-gohE5FdqDhp2TEhdYAAwLZDLrKwFz90l1zalnyoX1vPpDpQzUyUCXcvLrr9vR-gQHTaJVlFltGyonlUwmdvIajFpJ2E0o-Bbmzpc/s320/9786055752507.jpg" height="320" width="214" /></a></div>
<br />
<br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>"İşte, yeryüzünde yalnızım; kendimle baş başayım; artık ne kardeşim var, ne bir benzerim, ne dostum ne de ait olduğum bir toplum. İnsanların en şefkatlisi, en cana yakını, bu insanlar arasından sözbirliği ile dışlandı. Bunlar, olanca kinleriyle hassas ruhuma hangi azabın daha çok dokunabileceğini araştırıp beni kendilerine bağlayan bağları kesip attılar. Onları istemedikleri halde sevebilecektim. Sevgimden ancak insan olmaktan çıkma yoluyla kurtuldular. Mademki öyle istediler, şimdi benim için yabancı, meçhul ve hiçtirler! Fakat onlardan ve her şeyden kopartılan ben neyim?"<br /><br /><br /> "Hayatın çalkantısına ta çocukluğunda atılmış olan ben,bu dünyada yaşamak için yaratılmamış olduğumu ve gönlümün arzuladığı duruma asla gelemeyeceğimi deneyimlerle erkenden öğrendim. Orada bulunamayacağını hissettiğim mutluluğu insanlar arasında aramaktan vazgeçen ateşli hayal gücüm,değişmezcesine durabileceğim rahat bir konuma konmak için,henüz yeni başlamış olan yaşamımın mesafelerini,bana yabancı gelen bir toprağın üzerinden atlar gibi atladı.<br /> Küçüklüğümden başlayarak eğitimin ve daha sonraları yaşamımı dolduran yıkımların güçlendirdiği bu duygu,her zaman beni,varlığımın ne olup ne olmadığını ve amacını araştırmaya,herkesten çok yöneltmiştir. Birçok insan gördüm ki benden çok daha bilgince felsefe yaparlardı;ama felsefeleri sanki kendilerine yabancıydı.Herkesten daha bilgin olmak istedikleri için,nasıl kurulduğunu anlamak amacıyla dünyayı incelerlerdi;ama bu kazayla rastladıkları bir makineyi gözden geçirmek merakından başka bir şey değildi.İnsanın yaratılışını öğrenmeye çalışıyorlarsa,bunun nedeni,ondan bilgince söz edebilmek içindi;yoksa kendilerini anlayabilmek için değil, Birçokları,iyi kabul edilsin de ne olursa olsun diye kitap yazmak sevdasındaydılar;kendilerini aydınlatmak için değil,başkalarına öğretmek için çalışıyorlardı. Kitapları yayımlandıktan sonra da eleştirilirlerse ,başkalarınca kabul edilmesini ya da ne kendilerine pay çıkarmayı ,ne de doğru olup olmadığını düşünmeksizin bu eleştirileri çürütmek amacı dışında,kitaplarının içindekilerle artık ilgilenmez olurlardı. Bense,öğrenmeyi başkalarına öğretmek için değil,kendimi bilmek için istedim;insanlar arasında yaşarken öğrendiklerimden hiçbiri yoktur ki ömrümün sonuna dek yaşamaya yargı giyeceğim bir adada dahi heves etmeyeceğim bir şey olsun. Yapmak istediğimiz şeyler en çok inanmamız gerekenlere bağlıdır;doğanın asıl gereksinmeleriyle ilgili olmayan konuların tümünde de davranışlarımıza egemen olan,düşüncelerimizdir. Yaşamımı nasıl yöneteceğimi her zaman benimsediğim bu kurala dayanarak düşünürken,yaşamın amacını ve anlamını araştırarak yeryüzünde becerikli olamamamın avuntusunu,bu amacı anlamaktan vazgeçmek gerektiği düşüncesinde buldum." <br /><br /><br /> <br /> " 'Durmadan öğrenerek yaşlanıyorum.'<br /><br /> Solon bu dizeyi,yaşlılığında sık sık yinelerdi. Onun,yaşlılığımda da kendime uygulayabileceğim bir anlamı var;ama yaşamın bana yirmi yılda edindirdiği deneyim ve bilgi,pek üzüntü verici;bilisizliği yeğlerim. Mutsuzluk,kuşkusuz en büyük öğretmendir;anca bu öğretmen,dersini pek pahalıya satar ve yararı da ona ödenene değmez. Bundan başka,böyle geciken ibretten yararlanma fırsatı da geçmiş olur. Gençlik,bilgeliği öğrenme; yaşlılık da uygulama dönemidir.İtiraf ederim ki,deneyim her zaman bir şeyler öğretir ama daha yaşayacağımız süre,zamanla ölçülüdür. Ölme zamanı gelince nasıl yaşamak gerektiğini anlamanın değeri var mıdır?"<br /><br /><br /> <br /> "Yeryüzünde benim için her şey bitti.Artık bana burada ne iyilik edebilirler,ne de kötülük.Bu dünyada umacağım ya da korkacağım şey kalmadı;uçurumun dibinde rahatım,mutsuz bir ölümlü ve Tanrı'nın kendisi gibi duygusuz."<br /><br /><br /> <br /> <br /> "Yaşamak için doğmuştum,yaşamadan ölüyorum..."</b></span>Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-90307739634496812102013-05-18T17:09:00.001-07:002014-11-24T12:46:55.321-08:00O'nunla dialoq.<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Allah ilə anadan olduğumda tanış olmuşam,deyilənə görə.Müsəlman olaraq gəlmişəm,ailəme görə.Allaha aid imiş bədənim,eşitdiyimə görə.Bəs mənə görə?</b></span><br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Sualın dəqiq cəvabını bilmirəm,çünki onunla heç tanış olmamışam,hətta onu tanımağa çalışarkən,ondan nifrət etmişəm.Həyatım boyunca demişəm ki,din,inanc həmişə bir insanın içində olmalıdır,bəli,mənim inancım heç kimi maraqlandırmamalıdır.Bu yazını yazmağımın səbəbi isə başqadır.Sadəcə görülməyən dialoqlardan bir dənəsidir.</b></span><br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Balacalıqdan ətrafımdaki insanlardan ağzıma yapışan sözlər "İnşAllah,Allah qoysa,Allah rəhmət eləsin,Allah köməyin olsun" və sairə.Nə qəribədir ki,həyatım boyunca dua eləməmişəm,əllərimi göyə açıb,yalvarmamışam.Həyatım boyunca dedim amma bəlkə də yalan demiş oldum,çünki balaca olduğum vaxt oyuncaq alınması üçün dua eləmiş ola bilərəm,ya da atamın uzaqlara getməməsi üçün yalvarmış ola bilərəm.20 yaşım var və bu yaşıma qədər Allaha sadəcə bir şeyə görə dəhşətli dərəcədə,vəhşi istəklə,ancaq bir şeyə görə yalvarmışam,məni öldürsün deyə.Gecələr ağlayıb,"Allahım nolar öldür məni,bezmişəm." kimi sözlər çox işlədmişəm.Belə bir sual yaranır ki,"Allaha inanmırsansa,niyə ona yalvarırsan?get özünü öldür." Bunun da bir cəvabı var,mənə görə tək sözlə,ailəm.Onların həyatları boyunca yaşadıqları şeyi mən görmüşəm,mənim onları tərk etməyim,onlara bir zərbə də məndən olacaq,bunu eləməyə nə cəsarətim var nə də ki gücüm...</b></span><br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Allahla dialoqum olub,"məni öldür" demişəm,o isə məni anlamayıb,insanlar kimi,o da məni vecinə almayıb,unudub,susub,sevməyib.</b></span><br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Belə bir mahnı,həyat ve ölüm arasındaki o körpüyə keçmək üçündür.</b></span><br />
<br />
<br />
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=MZdz0W-38jI&sns=tw">Yalnızlığı anla - Kazım Koyuncu.</a><br />
<br />Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-23530717806103829832013-03-27T15:54:00.003-07:002014-11-24T12:47:18.890-08:00"Sana gül bahçesi vadetmedim."<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9Ii8CH8Dq_4PdxcSN0i-HECrPj9zijvhGTW_o4yEoPTVYJ34CkLUDElH6HCYHtEA-DU75dSAmYIXMeMlCBVr87xM2iy5dORC6vp8PxV_YrMH_oMncwqoM82RL3Ii2s8-3LA3oZP77sVQ/s1600/Sana-Gul-Bahcesi-Vadetmedim.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9Ii8CH8Dq_4PdxcSN0i-HECrPj9zijvhGTW_o4yEoPTVYJ34CkLUDElH6HCYHtEA-DU75dSAmYIXMeMlCBVr87xM2iy5dORC6vp8PxV_YrMH_oMncwqoM82RL3Ii2s8-3LA3oZP77sVQ/s1600/Sana-Gul-Bahcesi-Vadetmedim.jpg" /></a></div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>"...bak,dinle beni.<br />sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben.<br />hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim.<br />ve hiçbir zaman huzur ya da mutluluk da vadetmedim.<br />sana ancak bütün bunlarla savaşma özgürlüğüne kavuşmanda yardımcı olabilirim.<br />sana sunduğum tek gerçeklik savaşım.<br />ve sağlıklı olmak,gücünün yettiği kadarıyla, bu savaşımı kabul edip etmemekte özgür olmak demektir.<br />ben yalan şeyleri vadetmem hiç.<br />kusursuz güllük gülistanlık bir dünya masalı koca bir yalandır.<br />üstelik böyle bir dünya çok can sıkıcı bir yer olur!"<br /><br /><br /> (Joanne Greenberg)</b></span><div>
<b><i><span style="color: #e06666;"><br /></span></i></b></div>
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-30057045119334004362013-02-02T12:17:00.002-08:002014-11-24T12:48:13.042-08:00Boş bir yazı.<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /><br />Aslında doluyum ama içimde boşluk var her zamanki gibi...<br /><br /><br /><br /><br />Sadece zamanı geldiğinde ne kadar aptal olduğumu anlamak için yazıyorum bu yazıları.Bir gün içimdeki boşluk dolduğunda bunları okuyup ne kadar da saçma bir insan olduğumu anlamak için...<br /><br /><br /><br />Denizin ortasında yüzünde gülümsemeyle uzanmışken dalganın aniden seni boğması gibi,güneşin sıcağında soğuk suyu yudumlarken karın aniden yağıp seni üşütmesi gibi,en sevdiğin şarkıyı dinlerken hayatındaki tüm şarkıların telefonundan silinmesi gibi,eski fotoğraflara bakıp anılar canlanırken gözünün önünde,tüm fotoğrafların uçup gitmesi gibi,film izlerken dünyada film izlenmesinin yasaklanması gibi,hayallerinin ve hedeflerinin hiç birisi gerçekleşmemesi gibi,umudun kaybolması gibi,ne boka yaradığını anlamamak gibi,hayat varken aslında yaşamamak gibi...<br /><br /><br /><br />Düşüncelerim ve duygularım düelloya çıkmış,yaralılar,parçalanmışlar ama hala mecbur oldukları için sürünüyorlar...<br /><br /><br /><br />Herkes bir adım öndeyken ben hep bir adım gerideydim,kendimi ezdim,hayatımı mahvettim,hayatı anlamaya çalışırken onun içinde kayboldukça kendimi kaybettim.Anlamsızlaştı benim için hayat,ne hayallerim ne de hedeflerim kaldı,hepsi uçup gitti sanki...<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />Boş bir dünya...<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />Boş bir hayat...<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />Boş bir insan...<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />Boş bir yazı...<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />Boşluğu doldurmaya veya boşluğun dibini bulmaya çalışmayın,kaybolursunuz.<br /><br /></b></span><div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/moWbLJhDPYA?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div>
<br /></div>
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-3440548421820652012013-01-15T17:55:00.001-08:002014-11-24T12:49:06.813-08:00özgürlüğün bir kısmı.<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgURClKBrILNc8tfOD-hMvAmvoTAbL-sfS6J9F4TSk1NFMYyIirX245udcovH-umE8zFXJ6OX3F8WPzZZvOpywVIZe3ZTBaccXeCaz8qp0D92Bl4SP2DyYJDtDJ56HCeLKZNjwM04TNKak/s1600/487622_352760424811919_1628901915_n.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgURClKBrILNc8tfOD-hMvAmvoTAbL-sfS6J9F4TSk1NFMYyIirX245udcovH-umE8zFXJ6OX3F8WPzZZvOpywVIZe3ZTBaccXeCaz8qp0D92Bl4SP2DyYJDtDJ56HCeLKZNjwM04TNKak/s400/487622_352760424811919_1628901915_n.jpg" height="400" width="265" /></a></div>
<span style="text-align: center;"><span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Malcolm X demiş ki:</b></span></span><span style="text-align: center;"> </span><b style="text-align: center;">"Kimse sana özgürlük veremez.Kimse sana eşitlik veya adalet veya başka bir şey veremez.Eğer adamsan,sen alırsın!"</b><br />
<span style="text-align: center;"> </span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /><br /><span style="color: #0b5394;">Herkesin özgür olma hakkı var,herkes özgür olmak istiyor,herkes istediğini yapmak,istediği şeyi elde etmek istiyor,herkes özgürlüğü arıyor.Bazıları özgürlüğü bulmuş bir kuş ama kanadı kırıldığı için uçamayanlardan.Bu özgürlük değil,özgürlük önünde hiç bir engel olmadan uçabilmek,istediğini yapa bilmektir.Bin bir çeşit özgürlük anlayışı var bence.</span><br /><br /><span style="color: #0b5394;"> Sözlükte "özgürlük" kelimesinin anlamı şöyledir:"Herhangi bir kısıtlamaya,zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme ya da davranma,herhangi bir koşula bağlı olmama durumu,serbesti."</span><br /><br /><span style="color: #0b5394;"> Özgürlük biraz da hissetmektir bence,özgür olduğunu hissedersin.Karanlık,dört duvar arasında kendini kapatırsın,yıllar sonra dışarı çıkarsın,ilk önce korku hissine kapılırsın ama hislerine güvenip,özgürlüğü hissetmeye başlarsın.Güneşin yüzüne vurduğu ışık,rüzgarın hafifçe saçını hareketlendirmesi,havayı koklarsın,açarsın ellerini,gökyüzüne gözleri kapalı bakarsın,gülümsersin,yaşadığını anlarsın ve işte o zaman özgürlüğü hissedersin.</span><br /><br /><span style="color: #0b5394;"> Aslında özgürlük hakkında söylenecek çok şey var,ben hiç yaşamadım,hep bir koşula bağlı olarak yaşadım şimdiye kadar.Özgür doğmadım,doğurdular,özgür yaşamadım,yaşatıyorlar ve özgür ölmeyeceğim,öldürecekler.Peki özgürlüğü ne zaman bulacağım?Hissettiğimde,gerçekten özgür olduğuma inandığımda,özgürlüğün her harfini birer birer yaşadığımda kendimi uçan bir kuş gibi hissedeceğim.</span><br /><br /><span style="color: #0b5394;"> Özgür olmak ne kazandırır,ne kaybettirir hayatımıza bağlı.Zaten her gün bir şeyler kazanıp hep elimizden de bir şeylerin uçup gitmesine sebep oluyoruz.Her şey bizim elimizde mi diye düşünüyorum ama cevap bulamıyorum.Belki de her şey başkasının elinde,biz sadece kuklayız...Uzun lafın kısası,hayatınızı istediğiniz gibi yaşamaya mecbursunuz.Özgür olmak isteyin,olmaya çalışın ve olun,olamıyorsanız da kendinizi buna inandırın...</span><br /><br /><br /><br /><br /><span style="color: #0b5394;">"Bir insan özgürlüğe doğru dürüst önem verdiğinde,güneşin altında,o özgürlüğü elde etmek için yapmayacağı hiçbir şey yoktur.Ne zaman birinin özgürlük istediğini söylediğini duyduğunuzda,ama sonraki nefesinde onu almak için ne yapmayacağını veya onu almak yolunda yapılmasına inanmadıklarını anlatacaksa,o kişi özgürlüğe inanmıyordur.Özgürlüğe inanan bir adam özgürlüğünü elde etmek veya onu muhafaza etmek için güneşin altında her şeyi yapacaktır." </span>(Malcolm X)<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /></b></span>Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-46547649325151880092012-12-10T14:10:00.000-08:002014-11-24T12:49:29.340-08:00Üzgünüm.<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Üzgün olmak hiç bir şeyi değiştirmez.Üzgün olman kimsenin umurunda da değil,sahte teselliden başka bir şey duyamazsın.Üzgün olmak hayatın bir parçasıdır.Üzgün olmak,hayatı bir nevi de olsa anlamaktır.Ne için üzülüyoruz ki bu kadar?!</b></span><br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Herkesin bir derdi var,herkes derdini anlatıyor,herkes şikayetçi,herkes üzgün.Benim de sorunlarım var,dertlerim var,bazılarını anlatırım,çoğunu içimde tutarım,kimseye anlatmam,onlar da içimi kemirir zamanla çürür giderim.Hayat üzgün olmak için çok kısa.Hayat,insanları dertlerinizle boğmak için değil,dertlerinizi çözmek için.Evet,paylaşmalı insan,hayatını paylaşacak biri olmalı,ama herkes değil,herkesi yormamalı insan.</b></span><br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Üzgün olalım,ama hep birlikte olalım,dertlerimiz ortak olsun,onları üzgün halimizle çözmeye çalışalım ve hep beraber mutlu olalım.Deniz var mesela,insanı çok iyi dinler,arada dalgalarıyla susturur,sonra sessizleşir yine,seni dinler tüm yüreğiyle.Ya da ağaçlar var,onlar da dinler,seninle beraber üzülür,ağlar,göz yaşınla büyür.Yıldızlar var,ay var,güneş var,seni dinlemeye hazır olan çok şey var,seni bekliyorlar.Ama sen insanlara anlatıyorsun tüm dertlerini ve karşındaki sana bir şey dediği zaman kızıyorsun,üzüyorsun,üzülüyorsun,yoruyorsun.İnsanlardan yardım iste,dertlerini paylaşmak istiyorsan,sorunlarına,problemlerine çözüm iste,karşındakinin susmasını bekleme.</b></span><br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>ama yine de,ben dinlerim sizi,sessizce...</b></span><br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>belki saçmaladım ben,üzgünüm.</b></span><br />
<br />Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-9253296883002088412012-12-09T08:02:00.000-08:002014-11-24T12:49:55.454-08:00Dünyanın ən böyük uğuru.<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzIvlcb1_gUXaCPvFBMP0ujV4PTLCeQRKk_VdL-K59b8Ru6mrDF8809AT0UH4v2gheMEXk1G3vLVF4G6ZWFiCSKk8Z5OFWr4lnOdph1yhnY06yO7CtIWmg1Xw2DiKJuaphxGL4yznluI8/s1600/cc550d3fe0a769d7f94dafc5365.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzIvlcb1_gUXaCPvFBMP0ujV4PTLCeQRKk_VdL-K59b8Ru6mrDF8809AT0UH4v2gheMEXk1G3vLVF4G6ZWFiCSKk8Z5OFWr4lnOdph1yhnY06yO7CtIWmg1Xw2DiKJuaphxGL4yznluI8/s400/cc550d3fe0a769d7f94dafc5365.jpg" height="400" width="247" /></a></div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /><br />Bir neçə həftə bundan əvvəl evdəki kitab qutularını qarıştırırdım ve içinden mənə maraqlı gələn bir neçə dənə kitabı götürdüm öz otağıma,nə vaxtsa oxuyaram deyə.Mənə ən çox maraqlı gələn ise yazarı Og Mandino olan "Dünyanın ən böyük uğuru." adlı kitab oldu.Balaca bir kitabdı,mən rus dilində oxudum,iki gündə oxuyub bitirmək mümkündür,amma bu iki gün ərzində sizin həyatınızı dəyiştirəbiləcək kitablardandı.Əslində hamının bildiyi amma bir çoxunun eləmədiyi şeyləri bizə göstərməyə çalışıb.Kitabı rusça <a href="http://www.mirpozitiva.ru/lib/author/mandino/mandino.html">buradan</a> endirip oxuyabilərsiniz ve həmçinin Og Mandinonun kitablarını oxumağınızı tövsiyə edirəm.<br /><br /><br /> Kitabın əsas qəhrəmanı Zakxey adlı bir kişidir.Gənc vaxtlarında görünüşünə görə insanlar onu ələ salırdı,pis sözlər deyirdi,hamı ona gülürdü.Lakin Zakxey bunlara baxmayaraq iş həyatında öz uğurunu qazandı ve çox zəngin bir insan oldu.Zənginliyi ile insanları alçaltmaq yerinə o köməyə möhtac olan insanlara xərcləyirdi ve beləcə də insanların gözündə müqəddəs bir insan kimi görülürdü.İnsanlar ondan bu uğurları necə əldə ettiyini soruşurdular,beləliklə Zakxey həyatda uğurlu olmaq üçün 10 qanun yazıb.<br /><br /><br /> "Bu 10 qanuna riayət edənler özlərini buludların üstündə yaşayırmış kimi hissedəcəklər."<br /><br /><br /> 1."Hər gün çox çalışmalısan,sanki həyatın tərəzinin üstündədir":<br /><br /><br /> Uğurlu olmaq istəyirsənsə hər dəqiqən belə sənin üçün vacibdir.Tənbəlliklə heç vaxt uğurlu ola bilmərsən.<br /><br /><br /> 2."Heç vaxt yadından çıxartma ki səbirli olaraq öz taleyini deyişdirə bilərsən."<br /><br /><br /> Birinci olmaq üçün səbirlə ve yavaş addım atmaq lazımdı,yolun sonunu əvvəlcədən görə bilmərsən.Həyatıvın açarı səbir olmalıdır...<br /><br /><br /> 3."Əgər hədəflerinin yolunu diqqətlə qurmasan,taleyinin sahibi sən olmaya bilərsən."<br /><br /><br /> "Həyat-bir neçə oyunçu ve tamaşaçıların olduğu bir oyundu.Sənin qərarındı,oyunçu olmaq istəyirsen ya tamaşaçı.Amma bunu unutma ki,tamaşaçı ancaq öz xəyallarına kənardan baxacaq."<br /><br /><br /> 4."Günəşin işığında səyahət edərken,qaranlığın gəlişine həmişə hazır olmalısan."<br /><br /><br /> "Daimi heçnə yoxdur,bunu yadında saxla." Həyatda hər şey yaxşı olacaq deyə bir şey yoxdur,elə bir an gələcək ki həyatın alt üst olacaq,amma vacib olan odur ki,təzədən gücünü yığıb ayağa qalxasan ve hər şeyi əlindən gəldiyincə düzəltməyə çalışasan.<br /><br /><br /> 5."Dərdlərinin üzünə gül,o zaman onlar geri çəkiləcək."<br /><br /><br /> "Bütün bəlalar ve çətinlikler səni xəyallarıva götürən addımlardı.Uzun müddətli olmağı isə səndən aslıdır."<br /><br /><br /> 6."Yadında saxla,planlarını gərçəkləştirmədiyin müddətcə onlar xəyal olaraq qalacaqlar."<br /><br /><br /> "Şübhələrinin üzünə gül ve özünə inanaraq irəliye get.Bunu sənin yerinə heçkim etməyəcək,bunu ancaq sən edə bilərsən."<br /><br /><br /> 7."Hər zaman ağlını təmizləməyə çalış,bunu etməsən ağlın torla bürünmüş çardağa bənzəyəcək."<br /><br /><br /> Hər nə olursa olsun keçmişdə yaşananları yadından çıxar!Gələcək sənin üçün daha vacibdir,onlar üçün çalış,gələn günlərivi yaxşı qarşıla.<br /><br /><br /> 8."Yolun sonuna gəldiyini düşünürsənsə yükünü azalt."<br /><br /><br /> Həyatın zənginliyi pul ya da qızıl deyil.Varlı olabilərsən,ancaq bu varlılığını hər an itirə bilərsən.<br /><br /><br /> 9."Yadında saxla,sən her an gecikə bilərsən."<br /><br /><br /> "Həyatın əbədi olmadığını unutma və ona görə yaşa.Ölümə hazırlıqlı yaşamağı öyrən."<br /><br /><br /> 10."Həmişə özün ol!"<br /><br /><br /> "Dünyada heç kim səni əvəz edə bilməz,bunu anla ve özün olmağa çalış.Hər kimsənsə,o ol ve hər kim olmaq istəyirsənsə,o ol - həyatın xoşbəxtlik sirri budur."</b></span><br />
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-5306989255805290282012-12-05T13:07:00.001-08:002014-11-24T12:50:30.320-08:00Haykırış.<div>
<b style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Hayata haykırışım bu.</b></div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /><br />Cevaplarını aradığım bir sürü soruların içinde boğuldum.Cümlelerin anlamlarını ararken,kelimeleri unuttum.Her sabah yeni umutla uyandığımda,her gece umudumu öldürerek uyudum.Problemlerimi çözmeye çalışırken,bir problem daha buldum.Yordum ve yoruldum...<br /><br /><br />İnsanlara haykırışım bu.<br /><br /><br />Niye bu kadar insanlar varken,aslında bu kadar insan yok?Sevmek varken,insanlar nefret etmek istiyor.Barışmak varken,insanlar savaş istiyor,öldürmek istiyor.Yakın olmak varken,insanlar mesafeleri seçiyor.Sarılmak varken,insanlar dövmek istiyor,kavga istiyor.<br /><br /><br />Bir dağın tepesine çıkmak istiyorum ve bağırmak istiyorum herkese,her şeye.Bu böyle olmamalı,biz böyle olmamalıyız.Herkesin yüzü gülmeli,mutlu olmalı,eğlenmeli,hayatı sevmeli,öldürmemeli,ölmemeli...<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />Yazmak istediğim çok şey var ama zorlanıyorum,yoruluyorum,sonumuz iyi değil,biliyorum.<br /></b></span>Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-23612407004283295622012-11-26T10:49:00.000-08:002014-11-24T12:51:15.670-08:00"Сделай это сегодня!"<b><i><br /></i></b><span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Медленно умирает тот, кто не путешествует,<br />кто не читает,<br />кто не слышит музыки,<br />Кто не может найти гармонию в себе.<br /><br />Медленно умирает тот,<br />кто разрушает свою веру в себя,<br />кто не позволяет себе помогать.<br /><br />Медленно умирает тот, кто уничтожает саму любовь,<br />И проживает свои дни с постоянными жалобами<br />О невезении или непрекращающемся дожде.<br /><br />Умирает медленно тот, кто бросает свои планы,<br />Ещё даже не начав их,<br />Кто не задаёт вопросы об аргументах ему неизвестных,<br />И кто не отвечает, когда его спрашивают о том, что он знает.<br /><br />Медленно умирает тот, кто становится рабом привычки,<br />Выполняя каждый день один и тот же маршрут,<br />Кто не меняет направление,<br />Кто не рискует менять цвета одежды,<br />Кто не разговаривает с незнакомцами.<br /><br />Медленно умирает тот,<br />кто избегает страстей,<br />А зевок могут заменить на улыбку.<br />Кто предпочитает чёрным по белому и точки над буквой «i»,<br />Вместо того, чтобы быть вместе с эмоциями,<br />Именно теми, которые делают глаза лучистыми,<br />Которые могут заставить сердце стучать<br />И от ошибки, и от чувств.<br /><br />Медленно умирает тот, кто не переворачивает столы,<br />Тот, кто не отбивает удары судьбы,<br />когда он несчастлив в работе или в любви,<br />тот, кто не рискует тем, что есть,<br />ради того неизвестного, что может быть, если идти<br />за мечтой,<br />кто не позволяет себе, хотя бы раз в жизни,<br />убежать от благоразумных советов …<br /><br />Постараемся же избежать смерть маленькими дозами,<br />Помня всегда о том, что быть живым,<br />Требует большого долгого усилия<br />Простого действия дышать.<br /><br />Живи сегодня!<br />Рискни сегодня!<br />Сделай это сегодня!<br />Не смей умирать медленно!<br />НЕ ЗАПРЕЩАЙ СЕБЕ БЫТЬ СЧАСТЛИВЫМ!</b></span><b><i><br /><br /><br /><br />(Пабло Неруда)</i></b>Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-76598416649462259542012-11-20T15:30:00.004-08:002014-11-24T12:51:33.955-08:00Babama mektup.<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /><br />Büyüdüm,evet,artık 20 yaşındayım.Neyi değiştirir ki bu?Büyümek,sana olan sevgimi ve saygımı küçültür mü?Farkında değilsin,baba,ben senin hala küçük kızınım,hala bana aldığın ayıcıkla uyuyan,hala gözlerini kapatmış işten gelmeni bekleyen kızın.Evde sigaranın kokusu eksik,bana seslenişin eksik,aile yemeklerimiz eksik,çay bardağı eksik,takım elbiselerin eksik,her şey eksik,her şey yarım baba,sen eksiksin bu evde...Bana kızacaksın,biliyorum ama yapamıyorum sensiz baba,seni her gün aramak istiyorum,telefonla konuşmak istiyorum ama dayanamayıp ağlayacağımı bildiğim için ve bu seni üzeceği için aramıyorum.Sen ömrüm boyunca bana hep güçlü olmayı öğrettin,ağladığım zaman hep kızdın,diğerleri gibi sakinleştirmek için yalanlar yerine hep gerçekleri söyleyerek güç verdin bana,hayatın darbelerine hazırladın beni.Ama senin gidişin hayatımda aldığım en büyük darbe oldu.Senin gidişin benim bütün gücümü aldı.Senin gidişin beni hayata,insanlara,ülkeme,herkese düşman etti.Her yaz seni görsem de,sana sarılma şansım olsa da,doyamıyorum baba sevgisine,her ülkeyi terk edişimde yarım kalıyorum yine.Yaşıyorsun orda,yaşıyorum burda,buna yaşam denir mi baba?<br /><br /><br /> Her gün film şeridi gibi gözümün önünde seninle geçirdiğimiz bütün güzel günler,doğum günlerim,senli olan ve sensiz olan.İlk bisikletim,ilk kaykayım,ilk oyuncaklarım,ilk telefonum,ilk bilgisayarım,senin alakan olan her şey aklımın bir ucunda.Biz mutlu olalım diye,her istediğimizi alalım diye,her günümüz güzel geçsin diye gündüzünü gecene kattın,yoruldun,tükendin ama yeniden ayağa kalktın,bizim için hayatın boyunca savaştın.Her kız babasını kahraman olarak görür,giderek beni kahramansız bıraktın,beni çaresiz bıraktın,beni bu kalabalığın içinde yalnız bıraktın.Gittiğinden beri her gece seni bekledim,hala umutla bekliyorum.Geceleri uyumuyorum,uyuyamıyorum.Gözlerimi kapattım baba,sigara kokusunun sindiği takım elbisenle gir odama yine,kondur öpücüğünü yanağıma,ört üstümü,"seni seviyorum" de,geç de olsa,bir gün gel baba...<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />Bu şarkıyı her gün dinliyorum.Seni çok seviyorum ve son nefesime kadar,ne olursa olsun,her hatana rağmen seveceğim.</b></span><div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/BUKq7DLo6Ko?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
"I'm a big big girl in a big big world..."</div>
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-2786655587932528182012-10-14T14:03:00.002-07:002014-11-24T12:52:05.357-08:00Mutluluk:)<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-Li_8dBKUQ4w7wn65ddrjXK4XZxe0vq8Fo78NHqiURls4F1UlTtbDzNK_egwAs0-y2LjbeVGlELjIIRet0fyM2AyDXmYueYGx5IEtK255kMjXnMHBjh9clIqchUZkJDGQ0LMKLG_7xD0/s1600/pursuit-of-happiness-mind-map-adam-sicinski.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-Li_8dBKUQ4w7wn65ddrjXK4XZxe0vq8Fo78NHqiURls4F1UlTtbDzNK_egwAs0-y2LjbeVGlELjIIRet0fyM2AyDXmYueYGx5IEtK255kMjXnMHBjh9clIqchUZkJDGQ0LMKLG_7xD0/s640/pursuit-of-happiness-mind-map-adam-sicinski.jpg" height="424" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Mutluluk herkesin farklı şekilde beklediği bir duygudur.Mutluluk kalıcı değildir,geçici de değildir.Mutluluk insanın beklentilerine,düşüncelerine,hayallerine ve yaşadığı hayatına göre değişebilir.Bazıları küçük şeylerden bile mutlu olur,o hissi yaşar,bazıları ise mutluluğu bulmak için çabalar.Gerçek mutluluk nedir?Bu soruya cevap vermek oldukça zordur,çünkü milyonlarca insan farklı şeylerden mutluluk bekler.Dediğim gibi mutluluk bana göre kalıcı bir şey değildir.Bugün duyduğumuz habere seviniriz,mutlu oluruz,lakin yarın geldiğinde o güzel haber artık önemini yitirir.Bir insana aşık oluruz,delicesine severiz,bir süre o kişiyle mutlu günler geçirirsiniz,lakin bu ilk kavganıza kadar sürer.Her gülümseyen insanın mutlu olduğu anlamına gelmiyor,mutluluk duygusunu yaşayan her insanın gülümsemediği gibi.Sürekli gülümsemek bence karşınızdaki insanın size samimi davranmasına sebep olabilir,bu yüzden sürekli gülümseyin ki,ölmeden önce mutlu olduğunuzu düşünsünler.Her mutluluğun sonunda mutlaka acı duygusu vardır.Küçük şeylerden mutlu olmayı deneyin,bir anlık da olsa denemek size mutluluk hissi verir.Nelerden mutlu olacağınızı bir kağıda yazın ve bunları yaparak mutlu olmayı deneyin.Mutluluğun doruğuna ulaşmak imkansızdır,çünkü mutluluk sonsuzdur...</b></span>Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-21343928652954420432012-10-11T13:34:00.000-07:002014-11-24T12:53:01.751-08:00Hayatın kırıntıları.<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> Bir insan doğar,büyür,yaşlanır ve ölür.Hayatın zinciridir bu ve her insan bunları yaşar.Peki yaşadığınız sürece "ölümden sonra hayatı" düşündünüz mü hiç?Dini görüşlerinizi bir kenara bırakın şimdi,bir hayal dünyasından bahsediyorum ben.Bir insan hayatı boyunca kaç tane hayal kurar,kaç kere umutlarını yerden toplar?Kaç kere yener,kaç kez yere düşer?Kendimize ve etrafımıza sormak istediğimiz o kadar çok soru var ki,bazılarının cevabı bile yoktur.Bizler yaşadığımız sürece hep başkasının hayatına özeniriz,eminim şu an "yooo,hayır" diyorsunuzdur bunu okurken ama gerçeği kabul etmek elinizden bir şeylerin kaçıp gitmesi demek değildir bazen.</b></span><div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> </b></span></div>
<div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> İnsanoğlu 18 yaşına kadar ailesine özenir,aileden birisine benzetmeye çalışır kendini.Mesela,küçük kızın annesinin elbiselerini,ayakkabılarını giymesi ve makyaj yapması gibi.Büyürken de o kız yine annesinin hareketlerine ve sözlerine dikkat eder,onları aklının bir tarafına sıkıştırır.Kız 18 yaşına gelir,arkadaşları vardır artık onun,özenmek istediği,benzemeye çalıştığı.Bu üniversite hayatında,iş hayatında böyle devam eder.Her insan benzemeye çalışır birisine,benzetmek ister kendini,ama benzemek istediği hep başkasıdır,"benliğini" farkedemez asla.Yaşlanmaya başlar insan ve yaşlılığın getirdiği bir düşünce vardır,hep geçmişe dönmek istemek,hep genç kalmak istemektir.Yaş ilerledikçe artar bu düşünce,çünkü o insan kendine benzememiştir hayatı boyunca ve bunun pişmanlığı vardır içinde.Bu yazdıklarımın hepsini boşverin şimdi,asıl önemli olan,bir insan yaşadıkça kırıntılarını nereye bırakır?Öldüğünüzde son söz olarak "Ben yaşadım!" demek istiyorsanız şimdi yaşayın,geç olmadan yaşayın hayatınızı.Hayatınıza giren her insanın cebine,çantasına,yüzüne,odasına,aklına,kalbine bir kırıntı bırakın yaşantınızdan.Her insan ölür,ama önemli olan öldükten sonra hatıraların yaşamasıdır...</b></span></div>
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-23957478889547394382012-05-29T15:50:00.004-07:002014-11-24T12:53:32.753-08:00beni seviyorum.<div class="mobile-photo">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsSUz-SjLMpCvFr0IzuvFlyYZ8IzlbykF3KDSwJzKdUHJdjMhnvUcHtBCYpJJT73az4I5wSmjIzmf58xy8mmG-zh9Zw1_OgFdSeDPwMo5voW6t4slqu2y4RUO_Aq2eop373nwcLVrUQPc/s1600/%253D%253Futf-8%253FB%253FNTM0ODE2XzEwMTUwNzkxNzA0OTgxMDE4XzE0ODg5NDM3ODBfbi5qcGc%253D%253F%253D-729852" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsSUz-SjLMpCvFr0IzuvFlyYZ8IzlbykF3KDSwJzKdUHJdjMhnvUcHtBCYpJJT73az4I5wSmjIzmf58xy8mmG-zh9Zw1_OgFdSeDPwMo5voW6t4slqu2y4RUO_Aq2eop373nwcLVrUQPc/s320/%253D%253Futf-8%253FB%253FNTM0ODE2XzEwMTUwNzkxNzA0OTgxMDE4XzE0ODg5NDM3ODBfbi5qcGc%253D%253F%253D-729852" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5748091441951405330" /></a></div>
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Biraz bencilce,evet.Zaten bu devirde herkes hep "ben ben ben" demiyor mu?!Egoist olma yolunda herkes,kabul etmesek bile kimse karşıma çıkıp da diyemez ben kendimi düşünmüyorum diye,diyemez,dese de inanmam.Sevmeye kendimizden başlayalım,çünkü olan hep bize oluyor.Bu yüzden öyle sevelim ki kendimizi,koruyalım var gücümüzle,üzmeyelim asla ve yüceltelim egomuzu."Seni seviyorum" cümlesini kullandık fazlasıyla,o kadar çok kullandık ki,kirlettik sevgiyi,anlamsızlaştı iyice ve değersizleşti gözümüzde.Kullanmaz oldu sevenler bile "seni seviyorum"ları,çünkü gerçek mi yalan mı anlayamaz oldu kimse.Evet,aslında herşeyi bozan bizleriz,insanlar.Herşeyi düzgün yapmaya çalışan ama aslında çoğu şeyi bozan bizler,insanlar.Sürekli hile peşinde,yükseklere çıkmaya çalişan,asla yerinden memnun olmayan,fazlasını isteyen ve sadece kendisini düşünen bizler,insanlar.Devam edelim hep böyle,çünkü başka çaremiz kalmadı.Ben başkasını sevsem bile,kim sever ki beni.Mutlu olmak için başkasına muhtaç olmayalım.'Ben bana aşığım' diyecek kadar cesaretli olalım.Biz hep "sen"i sevdik,terk edildik,şimdi de "ben"i sevelim,yine terk edilene kadar.Ben sadece yazdım,siz karar verin,seçim sizin;ya kendinizi sevin,ya da birbirinizi...</b></span>Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-22901609105498856802012-04-16T08:47:00.000-07:002014-11-24T12:54:23.656-08:00"Değişim hariç hiçbir şey uzun süre dayanamaz..."<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi4LUeOHUUCyxkWy0_w7jJ9J7eOlKwPmiR1M33u-wEPp5c0fnUBP1ooc7fNfOVbuHwQE1m_VrB1zcTJSpCu7_ew3JLkh_UBpa-weAucvdmHH9bjWwyx5bKYQ3NunkgeT3LFuxWVucu5akg/s1600/artillustrationpainting-d5013c66255c78a5d5714e030a3b22a3_h.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi4LUeOHUUCyxkWy0_w7jJ9J7eOlKwPmiR1M33u-wEPp5c0fnUBP1ooc7fNfOVbuHwQE1m_VrB1zcTJSpCu7_ew3JLkh_UBpa-weAucvdmHH9bjWwyx5bKYQ3NunkgeT3LFuxWVucu5akg/s320/artillustrationpainting-d5013c66255c78a5d5714e030a3b22a3_h.jpg" height="400" width="282" /></a></div>
<b style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> Psikoloji bilim dalı hakkında bir çoğumuzun biraz da olsa bilgisi vardır.Kısaca tanımlamak gerekirse,psikoloji-davranışları ve zihinsel süreçleri inceleyen bilim dalıdır.Eskiden psikoloji'ye merakım fazlaydı ve her fırsatta ilgimi çeken kitabı alır okurdum.Psikolog olmayı aslında hiç düşünmedim,sadece bilgi toplamak için ve davranışlarımız hakkında kendimi bilgilendirmek için küçük araştırmalar yapardım.Bu sene psikolojiye niye meraklı olduğumu anladım,annemden bana geçmiş sanırım...Eski defterlerini karıştırırken,üniversite hayatında annemin de kendi çapında psikolojiyle ilgilendiğini fark ettim.Onları daha sonra zamanım olduğunda mutlaka detaylı inceleyeceğim.Bugün kitaplarımın arasında seneler önce aldığım psikoloji kitabını buldum,biraz karıştırdım ve azıcık da olsa sizinle paylaşmak istedim.Kitabın yazarı Dr.David J.Lieberman,psikoloji dalında doktora yapmış,insan davranışı alanında uluslararası bir lider.Kitabın adı ise "Herkesi istediğiniz gibi değiştirin." (orijinal ismi:"How to change anybody").Eminim aranızda asla değişmek istemeyenler de vardır,ya da hiç bir zaman kendi davranışlarıyla barışık olmayanlarda vardır.Bu kitap mutlaka karşınızdaki insanı değiştirebilirsiniz demiyor,ama eğer sunduğu teknikleri doğru zamanda ve doğru bir şekilde uygularsak,istediğimiz sonuca varma şansımız da vardır.Ben kitaptan size sadece bir kısmını sunacağım,eğer sizin de ilginizi çekerse mutlaka bu kitaba göz atmanızı tavsiye ediyorum.İyi okumalar:)</b><br />
<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b> <br /> <br /> "Kim pisliğin teki olmak ister?Kim kötü ilişkiler yaşamak,pasaklı olmak,kendinden başka kimseyi önemsememek ya da anlamsız hedeflerin peşinden gitmek ister?<br /> Herkes daha iyi olmak ister.Kimse kendini yıkıcı davranışlara sürüklemek istemez.Kimse şiddet yanlısı olmak,başkalarının nefretini çekmek,sınırlı inançlara sahip olmak duygusal açıdan dengesiz davranmak,iğrenç bir insan olmak istemez.Bu davranışların hiçbiri kendimizi iyi hissetirmez.Biz onları değiştirmek ister,ancak değiştiremeyiz.Bir yere kadar bizim ve ilişkilerimiz için sağlıklı olduğunu bildiğimiz halde,duygusal olarak bir engele takılır kalırız.<br /> Çoğu insan çaresizce değişmek ister.Kendi yaşamımızda da bunun doğru olduğunu biliyoruz.Kendimizi aştığımız zamanlarda,kendimizi iyi hissederiz.Elbette,bu hallerinden memnun olduklarını ve değişmek istemediklerini söyleyen pek çok insan vardır.Ancak onların pek de dürüst olduğu söylenemez.İnsanlar,kendilerine yalan söyleme konusunda tam bir uzmandır;aslında özellikle kendilerini ikna ettiklerinde.<br /> Öyleyse değişmek istemeyen birini değiştirebilir misiniz?Bu soru son derece saçma bir sorudur,çünkü böyle bir insan yok.Hepimiz daha iyi olmak,daha mutlu olmak ister ve potansiyelimizi daha çok kullanabilmek için çaresizce yırtınırız.Biz böyle yaratılmışız."</b></span><div>
<i><b><br /></b></i>
<i><b><br /></b></i>
<i><b>*Başlık:Heraclitus(M.Ö. 540-480)</b></i></div>
Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2944635061392698990.post-56794135075437352322012-03-20T14:13:00.005-07:002014-11-24T12:55:01.717-08:00из книги "Сотвори себе остров" азербайджанского поэта Айдына Эфенди...<span style="color: #0b5394; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /><br />"Как в бездне, где ни сесть и не встать, где туманом мещанства покрыта вся рать, где не стоит ни звать, ни просить, ни кричать, где бетонные стены не могут сказать о любви, о разлуке, о скуке, где люди как суки кусают друг друга, съедают друг друга, сжигают друга.<br /> <br /><br />На людей понадеяться, довериться каждому: обкрадут, оболгут, дураком назовут, в больницу свезут и забьют как собаку.<br /><br /><br />Я видел род людской себя казнящих. Я видел род другой себя щадящих. Я видел род такой с собой творящих черт знает что."<br /><br /> <br /><br />" ...тошнит от ораторов, лозунгов «только вперед». Тошнит, когда видишь в мазуте море, завод... Тошнит от деляг, спекулянтов, жулья. Тошнит от песни пузатика про журавля... Тошнит от себя, когда хочется выжить, прожить. Тошнит от других, когда с ног пытаются сбить. Тошнит, и тошноту эту ничем не подавить..."<br /><br /><br /><br />"Я стою и смотрю на печали мира и вижу насилье, гнет и позор. Я вижу, как люди продают все сокровенное ради денег и «славы». Я смотрю, как голодают нищие и процветают сытые...<br /><br /><br /> <br /><br />Куда ни глянешь, не видно ни зги – не зови, не проси, не кричи – все равно никто не услышит тебя, ведь каждый слышит только себя...<br /><br /><br /> <br /><br />Все обесценено – и мысли и метафизика и время, в котором теряется пространство..<br /><br /><br /> <br /><br />Для обывателя слова значительнее, чем увиденное, услышанное или прочувствованное, чем кирха, церковь или взгляд в окно, где нет никого, кроме деревьев и ветра...<br /><br /><br /> <br /><br />Когда я был верблюдицей, я раздвигал горы и кормил племена. Когда я был львом, я видел перед собой стадо голодных волков и шакалов и отворачивался от них...<br /><br /><br /> <br /><br /><br /> <br /><br />Я хочу исчезнуть, стать дождем или ветром, стать другими мирами без законов и беззакония. Чем-то стать, лишь не тем что я есть...<br /><br /><br /> <br /><br />Мы песни пели, но они чужими были. Мы платья сшили, но лоскуты были. Мы свет искали, а были в темноте. Мы жизнь найти хотели, а обретали муки. Мы славы ждали, а видели дерьмо. Мы счастья хотели, а только смерть нашли...<br /><br /><br /> <br /><br />Пусть люди греховные и безгрешные, завистники и злорадники оставят дела свои подлые и войдут в Храм Божий и увидят там не вещи, а срам за содеянное, за мысли и поступки, за действие и бездействие...<br /><br /><br /> <br /><br />И я есть огонь, я – Стрелец. И не живем мы как люди не оттого, что нам негде жить, и ничего мы не ждем, не оттого, что нам нечего ждать, и ни во что мы не верим не оттого, что нам некому верить. Я ни здесь и ни там, точнее, я нигде. Ни в огне, ни в воде, никогда и всегда...<br /><br /><br /> <br /><br />Я ждал когда наступит день и я вскричу – о люди, люди, шире вы глаза откройте миру и проснитесь – вы не на том пути который вам был дан! Но голос вопиющий мой заглох в пустыне – я успокоился и жду, когда пойдут дожди, и я открою форточку здесь, в спальне, и, тише, затушив свой свет, уйду от всех надежд, иллюзий и невзгод...<br /><br /><br /> <br /><br />Мне до блещущих звезд никогда не дойти. Так лучше сейчас мне сойти и своей дорогой пойти. Уж лучше в бездну уйти, окунуться, забыться, забиться, а под конец очнувшись, возродиться...<br /><br /><br /> <br /><br />Сила, как и бессилие со временем утратит смысл, как и утратит смысл то, что не успело его обрести или вовсе его не имело...<br /><br /><br /> <br /><br />Я смотрел на Бога, а он на меня, и мы улыбнулись друг другу доверчиво и чисто...<br /><br /><br /> <br /><br />Как и когда и где тебя искать, где ждать тебя, на берегу или у свалки мусорной, не знаю, мне надоело звать тебя, кричать. Скажи, где отыскать мне путь к спасенью, к очищенью. Постичь хочу одно смиренье и смерть принять как радость, как весну, без злобы, без сомненья, отвращенья...<br /><br /><br /> <br /><br />Когда мне петь и где мне петь, как муки эти нам стерпеть, как эту жилу нам порвать, чтоб кровь на пол не расплескать. В каком проулке дом искать и что желать и что жевать, чтоб то, что есть не растерять, не разбросать, не растаскать. Когда мне спать и где мне спать, чтоб веру в жизнь не потерять, чтоб голос, слух не потерять, чтоб узел мести разорвать. Ни дать, ни взять нельзя того, чего не хочешь, не умеешь, ты запоздал и не успеешь на поезд тот, который канул, который спал, затем исчез..."<br /><br /><br /> <br /><br /><br /> <br /><br />"Есть в этом мире сила, та, что намного чище всей чистоты земной и неземной. Есть, что-то есть. Не купишь, не достанешь. Ни запаха, ни цвета. И на зуб не взять. Есть, что-то есть..» и после короткой паузы добавил: «В тине дня не сгори, не живи слишком пестро, сотвори себе остров, укрепись в одиночествe"<br /><br /><br /> <br /><br /><br /> <br /><br />"Память, сохрани нас, идущих вперед без оглядки, всюду видящих зло, высший смысл в беспорядке. Сохрани нас, идущих гурьбой в скорлупу, сохрани нас, сидящих на подгнившем суку нашей веры, нашей плоти, стареющей, дряхлеющей и безвольной, точно иссохшая кисть седой попрошайки... ...Не дозволь улыбаться мне ради приличья, не дозволь сострадать, обретая безличье, не дозволь мне казнить себя с нами и вымыслом. Обрати меня. Пробуди меня. Обнови меня... ...В промежутке пути из ничто в ничего, научи нас терпенью, научи нас презренью, научи отвращенью к себе, липкой жизни, научи нас страдать, научи умирать, умирать без злобы, без жалоб. И да будет стон наш – с Тобою"<br /><br /><br /> <br /><br /><br /> <br /><br />"Народ мой, зачем, зачем ты меня оклеветал, изгнал, споил и убил? Убил, но меня сам Господь полюбил, я проснулся от долгого сна в 21840 часов. Я все таки встал, чтоб воспеть тебя, народ мой. "<br /><br /><br /> <br /><br /><br /> <br /><br />"Если кто меня спросит – скажи его нет. Скажи – он на работе. Скажи его нет, – пригласили на Прощальный обед. Скажи его нет – на редкий спектакль достал он билет. Скажи его нет, – он вышел застать до начала Рассвет. Если кто меня спросит – скажи его нет. Он вернется через тысячи лет."</b></span>Sapere Audehttp://www.blogger.com/profile/02436970798819253996noreply@blogger.com0