26.12.13

“Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”


  

“Bin dokuz yüz seksen dört” kitabı hem psikolojik,hem siyasi,hem tarihsel,hem bilim-kurgu,hem de gerçekçi tarzda yazılmış bir romandır.Kitabı okuduğumuzda yazarın aslında günümüz olaylarını açık şekilde yüzümüze çarptığını ve şimdiki zamanı daha baskıcı bir şekilde tasvir ettiğini görüyoruz.Orwell,yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Anlattığım toplumun bir gün mutlaka gerçek olacağına inandığımı söyleyemesem de, ona benzer bir toplumun gerçek olabileceğine inandığımı söyleyebilirim.” Kitap her ne kadar Stalin dönemindeki sosyalizm rejimini ve barbarlığın temsilcileri sayılan neo-Nazizm’e karşı eleştirisel bir şekilde yazılmış,fakat okuyup bitirdiğimizde şimdiki büyük devletler sisteminden bir farkı olmadığını açık şekilde görmekteyiz.Erich Fromm’un yorumu aslında kitabın bize vermek istediği mesajı vurgulamaktadır. “George Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü, bir ruh halinin dile getirilmesi ve bir uyarıdır.Dile getirilen ruh hali,insanoğlunun geleceğine ilişkin handiyse bir umarsızlık,uyarı ise,tarihin akışı değişmediği sürece dünyanın dört bir yanındaki insanların en insani niteliklerini yitirecekleri,ruhsuz otomatlara dönüşecekleri,üstelik bunun farkına bile varmayacaklarıdır.Orwell,bizi uyarmak ve uyandırmak ister.Hala umudu vardır; ama Batı toplumunun daha önceki evrelerindeki ütopyaların yazarlarının tersine,umarsız bir umuttur bu.Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ,bize bu umudun ancak,bugün tüm insanların karşı karşıya oldukları tehlikenin,bireyselliği,aşkı,eleştirel düşünceyi tümden yitireceği gibi,bunu ayırtına bile varamayacak bir otomatlar toplumu olup çıka tehlikesinin farkına vararak kavranabileceğini öğretir.”


Gelelim kitabın ütopyacı hikayesine,olayların geçtiği yer olan “Okyanusya” adında bir devlet sürekli Avrasya ya da Doğu Asya ile savaş halindedir. Burada baskıcı,totaliter bir rejim uygulanmaktadır ve özgürlüğün tümden ortadan kaldırıldığı,toplumun iktidar tarafından maruz kaldığı yönetsel,dinsel,dilsel,ahlaksal,eğitsel ve bunun gibi baskılar sonucu düşünmenin bile suç olduğu inanlar arasında bu cesareti toplayan baş kahramanımız Winston Smith adında bir parti içi çalışanıdır.Winston Smith sürekli geçmişi kurcalamakla meşgul,eski dönemlere ait hatıralarını kafasında canlandırmakta ve yaşadığı döneme nasıl geldiği sorusu sürekli kafasını kurcalamaktadır.Düşünce polisi olduğunu düşündüğü,fakat tanıştıktan sonra yanıldığını gördüğü ve aynı kafadan olan bir kızla tanışır.İlişki gizli bir şekilde yürütülmektedir,çünkü sistem duygu,istek gibi şeyleri çökertmeye çalışmaktadır. “Büyük birader” adlı kurgulanmış bir diktatör vardır ortada,herkes onu “sevmek” zorundadır.Kitabın sonunda hiç beklemediğimiz gibi Smith,mücadelesine rağmen bu rejime yenik düşer ve Büyük biraderi “sevdiğini” söyler.


Toplum,günümüz kelimesiyle “beyni yıkanmış” bir vaziyyetde yaşamını sürdürmektedir. Bu devletin “Savaş Barıştır.Özgürlük Köleliktir.Cehalet Güçtür.” sloganı aslında tolumun halini özetlemiştir. Cehalet içinde bırakılan halk, “cahil cesareti” diyebileceğimiz cesaretle,özgür olduğunu düşünerek,ancak özünde bir köle olarak hareket etmektedir ve gözünün önünde olan biten yanlışları,yalanları,dolanları,aptallığı görmezden gelebilmektedir.Devamlı olarak manipüle edilen,yönetilen,kendi düşünce yapısı olmayan,düşüncelerin hepsi iktidar tarafından sunulan ve bunları sorgusuz sualsiz kabul edip savunan bir toplumdur.Her zaman koyun gibi güdülmeye mahkumdur ve karşı çıkma,eleştirme olanağı yoktur çünkü üst sınıf,yani iktidar tarafından cahil bırakılır,ancak bu ustalıkla yerine getirildiği için alt sınıf,yani toplum buna hiçbir zaman karşı çıkmaz.Romanda “düşünce suçu” diye bir kavram vardır.İktidarın vatandaşı kendi söylediğine inandırma ve öyle düşünmesini sağlama yöntemi, var olan bir gerçeğin çarpıtılarak yüksek rütbeli kimseler tarafından nasıl söyleniyorsa öyle olduğunu kabullenmektir.Önce geçmiş bir yalanla yeniden yazılır,ardından bu yeniden yazma sanki asında var olan gerçek olarak görülür ve vatandaş buna inandırılır,ikna edilir.Buna karşı gelmek de bir düşünce suçudur.Kitabın baş karakteri Smith de makineleşmeye,duygusuzlaşmaya,mantık ve düşünceden uzak kalışa dayanamaz ve isyan eder.Hikaye boyunca kahramanın beynini bir çok sorunun çürüttüğünü ve düşüncelerin artık dışarıya çıkmasına izin verilmesi gerektiğini düşünerek hareket etmeye başlar.Pek başarılı olmasa da,en azından özgürlüğün,eşitliğin ortaya çıkmasını ister. George Orwell aslında bu kitapta “özgürlük,eşitlik,medya” gibi kelimeleri yok etmiştir denebilir.






Günümüze geldiğimizde yine aynı sistemin var olduğunu bence açık bir şekilde görmekteyiz.Dünya’yı ele almaya çalışan güçlü devletler,baskıcı ve diktatörlüğü tercih eden ülkeler,sürü şeklinde yaşamaya çalışan toplum,beyni yıkanmış cahil insanlar ve orada birkaç meydanda özgürlüğü,eşitliği savunup totaliter rejime karşı gelen,gün geçtikçe de sayısı çoğalan “Winston Smith”ler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder