29.11.14

İlerlemenin kısa tarihi

Kitap analizi:

“Tarih” dediğimizde ilk akla gelen “geçmiş” kelimesidir. Geçmişten bugüne aktarılan bir tarih, bugünden geleceğe giden hayatımızı etkiler mi? Ne olduğumuzu, neler yaptığımızı açıkça görürsek birçok devirde, birçok kültürde ısrarla varlığını sürdüren insan davranışlarını tanıyabiliriz ve bunu bilmek de nereye gideceğimizi söyleyecektir.


İnsanların kafasını kurcalayan birçok soru vardır ve sürekli araştırarak bu sorulara cevaplar bulmaya çalışırlar. Fakat cevaplardan memnun kalıyorlar mı, ya da buldukları cevaplar kafalarını daha da kurcalıyor mu, orası muamma. İnsanın kendisinin en çok merak ettiği sorulardan biri de “İnsan tam olarak nedir?” Arkeoloji ileriyi görmek için başvurabileceğimiz elimizdeki en iyi aygır herhalde, çünkü zaman içindeki yolculuğumuzun izlediği yönün ve hızın derinlikli bir okumasını sunuyor:
Ne olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve dolayısıyla nereye doğru gideceğimizi söylüyor. “Şempanzeler olduğumuza, 5 milyon yıl önce zaman içinde nasıl bir yol izlediğimiz kesin olarak bilinmese de nihayetinde Afrika’dan çıktığımıza dair akılcı kuşkulara kapılmaya mahal yoktur.”



   Bugüne gelmemizin en büyük etkenlerinden biri kültürdür. Zaman içerisinde kültür tarafından şekillenerek ilerleme kat ediyoruz. ”Beynin kültür dolayısıyla doğayla etkileşimlerinin esnekliği, başarımızın anahtarı olmuştur.” Medeniyetler kültürün belli bir türüdür: Bitkilerin, hayvanların ve insanların ehlileştirmesine dayanan geniş, karmaşık toplumlardır. İlk medeniyetler MÖ 3000 yılında ortaya çıkmış, bunlar Sümer ve Mısır medeniyetleridir. MÖ 1000 yılında gelindiğinde medeniyet başta Hindistan, Çin, Meksika, Peru ve Avrupa’nın bazı kısımları olmak üzere Dünya’nın etrafında bir halka oluşturmuştu. ”Bütün zalimliklere rağmen medeniyet değerlidir, sürdürmeye değer bir deneydir. Ama tekinsizdir de: İlerleme merdiveninde tırmanırken, önceki basamakları aşağı ittik. Felakete sürüklenmeksizin aşağı inmemiz söz konusu değil. Medeniyeti sevmeyenler, onun o küstah yüzünün üstüne düşmesini bekleyenler, bugünkü sayılarımız ve varlığımızla insanlığı ayakta tutmanın başka bir yolu olmadığını akıllarda tutmalılar.”

  Her dönemin kendine özgü bir önemi vardır, zamanla alet yapımı, tarım, avcılık, çiftçilik ilerlemiş ve bugüne kadar gelmiş bulunmaktadır. Nüfusların ve yerleşik hayatların artmasıyla, gruplar arasındaki farklılıklar ortaya çıkmasıyla, liderliğin var olmasıyla da insanlar arasında güç ve zenginlik söz konusu olmuş ve insanlık vahşiliği artmıştır.

  “Bana en şaşırtıcı gelen, en çarpıcı bulduğum şey, dünyanın her yerinde, farklı kültürler ve ekolojilerde çalışıyor olsalar bile insanların çok benzer şeyleri birbirilerinden bağımsız olarak gerçekleştirmelerinin ne kadar az zaman aldığı.” İlişkiler, yiyecek, zenginlik, güç ve saygınlık gibi şeyler bizi etkileyerek baştan çıkarır ve peşlerinden sürükler, ilerlememizi sağlar. Teknolojinin gelişmesi, yeni fikirlerin ortaya atılmasıyla, yeni icatların, yeni ürünlerin ortaya çıkmasıyla aslında ilerliyoruz.

  “Kadim medeniyetler genellikle iki tiptir: kent-devlet sistemleri ya da merkezi imparatorluklar. Medeniyetler, genişleyen bir çevreden merkeze zenginlik aktarırlar; çevre bölgeler siyasi ve ticari bir imparatorluğun ya da kaynakların yoğun olarak kullanmasıyla birlikte doğanın sömürgeleştirmesinin, genellikle her ikisinin birden sınır bölgeleri haline gelirler.” Bir medeniyet zirveye çıktığında en istikrarsız dönemini yaşıyor olur, çünkü ekolojisi üzerindeki talepleri azami düzeye erişmiştir. Yeni bir zenginlik ya da enerji kaynağı ortaya çıkmadıkça üretimini artırması ya da doğal dalgalanmaların yarattığı sarsıntıları hazmetmesi mümkün değildir. İlerlemesinin tek yolu, doğadan ve insanlıktan yeni krediler almasıdır. “Doğa erozyonlarla, hasadın kötü gitmesiyle, kıtlıklarla, hastalıklarla kredisini geri çekmeye başladığında toplumsal sözleşme de bozulur. İnsanlar bir süre metanetle acılara dayanabilirler ama er ya da geç yöneticinin göklerle ilişkisinin bir yanılsama ya da yalan olduğu ortaya serilecektir.” Toprakların kötüye kullanımı ve açlık bu altüst oluşlarda önemli olmuşlarsa da bu isyanların başlıca nedeni doğal değil toplumsal sermayenin tükenmiş olmasıdır. Bu toplumlar yeniden örgütlendiklerinde medeniyet işini sürdürmekle kalmadı, genişledi de. Gerçek bir çöküş bir toplumun tükenmesiyle ya da tükenmeye yaklaşmasıyla sonuçlanır, bu evrede çok sayıda insan ölür ya da dağılır. İyileşme, eğer olursa, asırlar sürer, çünkü ormanlar, sular ve humuslu toprağın yavaş-yavaş kendilerine gelmesiyle birlikte doğal sermayenin yeniden üretilmesini gerektirir.

   “Kadim medeniyetler yereldi, belli ekolojiler üzerinden geçiniyorlardı. Biri düşerken, başka bir yerde bir diğeri yükseliyordu. Gezegenimizin geniş kısımlarında yerleşim hala azdır. Dünyanın tarihi uzaydan hızlı bir film olarak çekilebilseydi, medeniyetlerin orman yangınları gibi, önce bir bölgede sonra bir diğerinde patlak verdiğini görürdük. Bazı medeniyetler yalıtılmıştır, kendiliğinden ortaya çıkmıştır; bazıları rüzgârla savrulan kıvılcımlar gibi asırlar boyunca oradan oraya taşınmıştır. İyi bir yerde kurulan birkaçı, uzun süren bir aradan sonra yeniden alevlenen közler gibi yeniden doğmuştur.” Geçmişe baktığımızda, bir medeniyetin hayatta kalıp başarılı olmasının yegâne kalıcı dayanağı, toprağın ve suyun, suyu tutan ormanların sağlığı olabilir.


  Zaman ilerledikçe teknolojinin gelişmesiyle de savaşların artması, güç ve zenginliğin üstün tutulması, rakipliğin artması, hastalıkların yayılması,kıtlık ve yoksulluktan dolayı bütün bunlar nüfusun azalmasına neden oldu ve hala da olmaya devam ediyor. Zaman artık hızla ilerliyor ve 10.000 yıllık yerleşik hayat deneyi bizim şimdi yaptıklarımıza ve yapmadıklarımıza bağlı olarak ayakta kalacak ya da devrilecek. ”Kaderimiz ellerimizin arasından kayıp gidecek.Bu yeni yüzyıl çok eskimeden geçmişimizdeki bütün karanlık çağları solda sıfır bırakan bir kaos ve çöküş çağına gireceğiz. Şimdi, geleceği düzeltmek için son şansımız."


*Ronald Wright,”İlerlemenin Kısa Tarihi,Çev. Ebru Kılıç,Aylak Kitap,1.baskı Eylül 2012,s.32

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder